Paylaş
14 ve 15 Aralık’ta İstanbul’da önemli bir toplantı vardı.
Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğuna katkı yapmak üzere kurulan “Parlamentolar arası Değişim ve Diyalog Forumu” sivil toplum ve demokrasi konusunu masaya yatırdı.
Bu toplantıya Hürriyet EGE yazarı ve Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Derneği’nin Başkanı Sıtkı Şükürer de davetliydi.
Şükürer, ESİAD Başkanlığı döneminde ilgi çeken önemli konuşmalar yaptı.
Hatta bazı kavramları ortaya koydu.
Bazı yorumları kamuoyunda epeyce tartışıldı.
“Türk burjuvazisi demokrasi tembelliği yaptı” sözünü destekleyen yazılar yazdım.
Çünkü, demokrasi tembellik kaldırmayan bir şeydir.
Ve daha da önemlisi...
Türkiye’de algılandığı gibi seçimden seçime düşünülecek bir şey de değildir.
Meclis ve Meclis’i oluşturan siyasi partiler ile siyasetçiler kadar sivil toplum örgütleri de halkın kendisi de bu işleyişin ana aktörleridir.
Katılıyorum.
Türkiye’de demokrasi maceramız kesintilere uğradıysa, zaman zaman sıkıntılar yaşandıysa bunda bir tembelliği olduğu açıktır.
Sadece yargıya güvenmek, sadece askere sırtını dayamak, demokrasi tembelliği değildir de nedir?
Sıtkı Şükürer, İstanbul’da yine önemli bir konuşma yaptı.
O konuşmadan pasajlar vermek istedim.
STK’lar neden demokrasi havarisi görünümde
* 21. yüzyılda her ferdin birden fazla yüzü vardır. Kişiler makro ölçekle etnisik ve dini kimliklere sahipken, aynı zamanda işçi-işveren, zengin-fakir, İzmirli, Kayserili, Fenerli, GS’li, lezzet düşkünleri gibi pek çok mikro paydada gruplaşıp baskı grubu oluşturuyorlar. Demokrasi, baskı gruplarının güçleri oranında biçimlendirdiği bir mozaik dengedir aslında.
* Her ne kadar sivil toplumculuğun ve bu yaklaşımın bir “kabul”, hatta “ezber” olabileceği ihtimalini de gözden uzak tutmamak gerekir. Batı tipi demokrasilerin tarihi aslında “birey”in özgürleşmesi serüvenidir.
* Bireyselleşme, bir yönüyle kişinin yalnızlaşma sürecidir. Mutluluk kavramını materyal refahla özdeşleştiren kültür, aidiyet ilişkilerinin bu anlayışla biçimlemesine yol açmıştır. Yabancılaşma olgusunun derinleşmesi, bir “ben merkezci” itiraz gruplarının oluşmasına neden olmuştur. Doğu medeniyetinde, özellikle İslam coğrafyasında bu serüven farklı tecelli etmiştir.
* Batı içinde ‘vicdan’ diye ifade edebileceğimiz bir özeleştiri sübabı oluşturmuşsa da temel meselelerde ne ölçüde etkili olduğu çok tartışmalı bir görünüm arz eder.
* Karar vericiler bazen, siyasi iktidarlar, muhalif partileri, yargı olabiliyor, bazen de ekonomik gücü yöneten ve kendini makro politikaların belirlenmesinde hak sahibi gören “büyük STK’lar” için geçerli oluyor.
* Dünyanın her yerinde büyük sermaye grupları ülke kaderinde etkindir.
* Batı uygarlığı var olan birikiminin devamlılığı için siyasal ve ekonomik modellerini yaymak için çaba sarf ediyor. Bu söylem son 30 yıl içerisinde bir içi boşatılmış “demokrasi fetişizmine” yol açtı.
* Ülkemizde de sermaye grupları, batı tipi demokratik değerlerin savunuculuğunda, en azından söylem bazında, bayraktarlık rolü üstlenmeye çalışmaktadır.
* Hal böyle olunca bugün sivil toplum kuruluşlarımızın ve onun bir örneği olan iş derneklerimizin önemli bir kısmı “demokrasi havarisi” görünümündedir.
* Her şeyden önce batı tarihinin evrilerek, bireyi önceleyen ve bağlı olarak birey odaklı bir anlayışla yeşerttiği “vicdan” kavramı ve onun içindeki “bencil tını”, doğu toplumlarında, hele İslam coğrafyasında tam bir karşılık bulmamakta, hatta “muteber” addedilmemektedir.
* Müslüman coğrafya, “vicdan” kavramı yerine “merhamet” kavramını geliştirmiştir. Bu temel farklılık sivil toplum anlayışlarına da yansımaktadır.
* Bu dünyayı “yalancı dünya” addeden İslam coğrafyası, bu anlayışlarına paralel, ekonomik rasyonalitenin ön planda olmadığı, daha ziyade manevi değerleri önemseyen sivil toplum modellerini tercih etmiştir.
* Belki de tarikat ve cemaatleri, bu anlamıyla sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirmek gerekir.
* Vaka, hayat maneviyattan ibaret değildir ve paranın kuralları evrenseldir. Hani, bilinen deyişle altın kuralı tanımlarken, “Altını olan kuralı koyar” ilkesini unutmamak gerekir.
* Zaten yeni Türkiye’de iktidarda olan anlayış, her yönüyle refaha taliptir ve kendi geleneklerine göre, epey bir yüzyıllar boyu unutulmuş bir zihniyetin kabuğunu kırma çabasındadır.
* Yine, “hizmet hareketinin” bu denli revaçta olmasının ana nedeni, benzerlerine göre çok daha “dünyevi” olması, batı kuralları ile para kazanmaya kendini uyumlaştırma çabalarıdır.
* Netice itibariyle Türkiye’de sivil toplum kuruluşları serüveni, yeni İslami iklimin de etkisiyle bir kültürel etkileşim ve sentez sürecindedir.
* Bu ülkenin her yönüyle bir geçiş süreci yaşayan ve bu anlamıyla 21. yüzyıla dair dengesini oluşturmaya çalışan bir “demokrasi acemisi” olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.
* Demokrasiden ne anladığımıza dair zihinleri karıştırıcı yorumlar yapsak da karartılmayan gerçeği insanların mutluluğunu hedeflemesidir.
* İşte sivil toplumculuğun önemi burada ortaya çıkıyor.
* Sivil toplumculuk demokrasiyi güçlendiriyor, denizlerin durulmasına vesile oluyor.
(Sıtkı Şükürer’in yaptığı konuşmadan)
Paylaş