Paylaş
Yazı yazan insanlara her gün onlarca mesaj gelir, bazen de yüzlerce...
Dün o günlerden biriydi. Yüzden fazla mesaj posta kutuma düştü.
Her zaman olduğu gibi hepsini tek tek okudum.
Ben şuna bakarım.
Gelen tepkilerin tamamı olumluysa, eleştiri yoksa, ortalama bir yazı yazmışım demektir.
Eleştiri varsa, bazen de söz düellosu varsa demek ki bir damara basmışım demektir.
“Benim itirazım var” başlıklı yazım; damara basılan yazılardan biri diye tahmin ederken yanılmışım.
Aksine destek vardı; “İzmir barış istemiyor algısı da nereden çıktı, birçok şey denebilir ama İzmir’e böyle bir yakıştırma nasıl yapılabilir” diyenler çoğunluktaydı.
Türkiye’nin demokrasi problemi hala var, Türkiye’nin demokrasiyi uygulayış sıkıntısı var, Türkiye’nin yargı problemi var, Türkiye’nin yapısal problemleri var...
Türkiye’nin aslında birçok problemi var...
Ama bunu en fazla dile getiren, en kritik dönemlerde sahne alan, en zor süreçlerde demokrasiye destek olan İzmir’den daha cesur bir kent var mı?
Kusura bakmasın kimse, aksini söyleyenle ben söz düellosuna hazırım.
O yüzden “İzmir barış istemiyor” sözüne ve “Böyle bir algı var” diyene; tek bir sözüm var.
İzmir’den daha demokrat bir kent zor bulursunuz.
Bir de İzmirya meselesi vardı
Bir yazımı hatırlatmışlar.
Daha doğrusu Ertuğrul Özkök’ün bir yazısına benim ilave düşüncelerimi...
Önce Özkök’ün o çarpıcı yorumuna bakalım.
“Bakan Beşir Atalay’la yemek yerken İzmir konusunu açmıştım. Demiştim ki: ‘Siz hep Güneydoğu Anadolu’nun bölünmesi endişesinden söz ediyorsunuz. Ama bu iş iyi yönetilmezse bir gün bir bakarsınız ki, Ege’den bölünme sinyalleri gelmeye başlamış.’ Bugün azımsanmayacak sayıda İzmirli’de, Egeli’de şu düşünce yerleşiyor: ‘Güneydoğu olmasa biz çoktan Avrupa Birliği’ne girmiştik.’ Biliyorum çok katı, çok tehlikeli ve insafsız bir laf. Gerçek acıtıcıdır. Yarın bir gün bu bölgelerde Kuzey İtalya tarzı ayrılıkçı fikirler yeşermeye başlarsa, kimse şaşırmasın. O nedenle İzmir olayı üzerinde öyle ‘faşist’, ‘ulusalcı’ gibi basmakalıp klişelerle konuşmak yerine, daha derin sosyolojik değerlendirmeler yapmalıyız. Orada bir sancı var ve bu sancıyı anlamazsak, yarın ülkenin başka bölgelerine de sirayet edebilir. Türkiye, güneydoğusunda bir ‘Kürdistan’ tehlikesini önlemek istiyorsa, batısında ‘İzmirya’ tehlikesine yol açacak duyguları da yönetmek zorundadır...”
Ben de şöyle yazmışım.
“Diyarbakır’ın hassasiyetleri kadar, İzmir’in hassasiyetleri de önemli değil mi? Toplumun önemli meselelerinde; tarafların, akil insanların, fikir önderlerinin; özetle aydınların çok farklı bakış açılarına sahip olmaları gerekir. Şehit haberlerinin peş peşe geldiği bir dönemde... Her cenaze töreninde gelen fotoğrafların, görüntülerin yürekleri parçaladığı bir dönemde... Suriye gibi sınırımızda çok önemli gelişmelerin ve değişimlerin olduğu bir dönemde... Eğer Kürt meselesi konuşulacaksa... Bu İzmir’de olmalı...”
Sizce bir yanlış var mı?
İzmir’den büyük müteahhitlerin çıkmaması eksiklik
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar; bir süredir devam eden ilgiyi dile getirmiş. “İstanbul’da kazanma devri bitti, İzmir’e gidin” demiş. İzmirli bazı işadamları ve müteahhitleri bu söze biraz bozulmuşlar. İzmir’in yeri geldiğinde esnek, modern, dünyaya açık, fikirsel özgürlükçü yanı sıra kentin geleceği konusunda muhafazakar yanı da vardır. Bence AK Parti’nin istediği sonuçları alamamasının altında İzmir’in bu hassasiyetlerini tam okuyamamak yatıyor.
Bu elbette ayrı bir konu...
İzmirli müteahhitlerin Türkiye’nin alt yapı projelerinde, özellikle İstanbul’daki büyük yatırımlarda imzalarının olmamasını hep büyük eksiklik olarak gördüm.
Çünkü Türkiye’de büyüme belirli sektörler üzerinden yapıldı. İnşaat da onların başında geldi.
İzmir’in bazı parametrelerde ve göreceli olarak duraklamasında büyük müteahhitlerin çıkmamış olmasının da büyük etkisi vardır.
Bilmem yanılıyor muyum?
Paylaş