Paylaş
Uçağa binerken İzmir ne kadar sıcaksa, Dresden de o kadar soğuktu.
Bir ara baktım, hepimiz tespih böceği gibi olmuştuk.
Bavuldan önce atkılar, paltolar çıktı, sonra şapkalar...
Her yarım saatte bir, sıcaklık bir buçuk derece düştü.
“Kahve içip ısınalım” dedik, ama o bile içimizi ısıtamadı.
Daha doğrusu ellerim ısındı, ama içim hala titriyordu.
Dönüşte sıcaklık eksiye düşmüştü, hissedilen ise eksi 10’lardaydı.
“Ege’nin o iklimine alışmış bizler için buralarda yaşamak gerçekten zor”, diye düşündüm gezi boyunca...
Kahve içtiğimiz yerde çalışanlarla biraz konuştuk, Dresden’in soğuğuna alışık olmalılar ki, hepsi kısa kollu tişörtlerle geziyordu. Ben onlara baktıkça daha çok üşüdüm.
***
Her seferinde kendimi deniyorum.
“Acaba...” diyorum, daha soğuk bir yerde yaşayabilir miydim? Bir, iki saat yağınca hoşumuza giden kar, bir kış boyunca hiç kalkmıyor olsa aynı keyfi yaşar mıyım?
Yaz, kış ince giyinmeye alışmış ben, kat kat giyinebilir miydim?
Elbe nehrinin kenarında, kulaklarımı kesen soğukla mücadele ederken, bunları düşünüyordum.
Kendimi her zaman olduğu gibi bir testten geçiriyordum.
Ve her seferinde aynı cevabı kendi kendime veriyorum.
Orada doğmuşsam belki, ama bir tercihse hayır...
Hem de kocaman bir hayır...
Ben sıcak yerlerin adamıyım galiba, doğal olarak da sıcak insanları seviyorum.
Samimi, renkli, donuk olmayan, içi fıkır fıkır kaynayan...
Hayat gustosu olan, bunu çevresiyle paylaşan... Çalışmak kadar hayatın da keyfini çıkaran...
Belki biraz da fırlama...
İçindeki çocuğu asla unutmayan...
İnsanlardan hoşlanıyorum ben...
Galiba benim hayal ettiğim masallardaki Kül Kedisi de Prens de sıcak birde yaşıyor.
Örneğin; Ege’nin sahillerinde...
O müthiş kokan çamların arasında, zeytin ağaçlarıyla, kekik kokan sırtlarıyla...
Masmavi, cam gibi deniziyle...
Neredeyse 350 gün kendini gösteren güneşiyle...
“Ege...” diyorum.
Varsa yoksa; Ege...
***
Kafedeki çalışanlara Dresden’in nüfusunu sorduk.
“360 bin...” dediler.
Üniversite okumaya gelen ve Almanya’da kalan genç rehberimiz Burak da, “400 bin civarında” dedi.
Ne fark eder ki...
Ha 360 bin, ha 400 bin, hatta biz 500 bin diyelim...
500 bin...
İzmir’deki büyük ilçelerimizin neredeyse yarısı, Karşıyaka’nın, Konak’ın, Bornova’nın, Buca’nın yarısı kadar...
Sokaklarda inanın insan yok. Sadece akşamları değil, gündüz de pek yok...
Ama o Dresden’de 50’den fazla müze var.
Gemäldegalerie Alte Meister bir resim müzesi... Burada 15’ten ve 18’inci yüzyıla kadar Avrupa’nın en önemli eserleri sergileniyor.
Dünyaca ünlü bir eser olan Raffael’in “Sixtinische Madonna”sı örneğin bu müzede bulunuyor. Tabloda bulunan melekler Dresden’in simgelerinden biri olmuş.
Volkswagen’in Gläserne Manufaktur olarak anılan camdan fabrikası da Dresden’de...
***
O soğukta içimi üşüten, o soğukta üşürken, bir de öyle düşündüm.
O güzelim Ege sahilleri, bir de sanat merkezi haline dönüşse, bütün dünya daha fazla İzmir’i ve Ege’yi tanısa...
Doğanın yanına kentsel gelişmeyi, uluslararası organizasyonları, konserleri, spor karşılaşmalarını, müzeleri, tarihi koysa...
Daha doğrusu bunları bir anlatsa...
Dünya Dresden’e mi gider, Ege’nin o mis kokan sahillerine mi?
Bana sormayın...
Benim tercihim belli...
Ama eminim, iyi anlatılırsa dünyanın da tercihi Ege olur...
Paylaş