Paylaş
Bu siyaset için de geçerli olmalı...
Koltuklar gelip geçidir.
Bugün vardır, yarın yoktur.
Ama her bitiş, yeni bir başlangıçtır aynı zamanda...
Nasıl bir kurumun başında hayat boyu kalamayacağınız gibi bir partinin genel başkanı olarak da kalamazsınız.
Dün, Genel Başkan olarak görev yapmışsınızdır; bugün o partinin neferi olursunuz.
Önemli olan herkese, ama herkese siyaset yapma olanağı verebilmekte...
Bunun için parti içi demokrasiyi çalıştıracaksınız, şeffaf bir yönetim ortaya koyacaksınız.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin uzun yıllar liderliğini yapan Deniz Baykal, istifa etti ve kongre yeni bir ismi partinin başına getirdi.
O günden bu yana da “Baykal’cı mı Kılıçdaroğlu’cu mu” tartışmaları bitmedi.
Tabii, dışarıdan gazel okuyor olabilirim ama...
Bir partili Baykal’cı olsa ne olur, Kılıçdaroğlu’cu olsa ne olur?
Hatta insanların birine diğerinden daha fazla sempatisi de olabilir.
Ne fark eder ki...
O partinin üyesi, gönül vereni siyaset yapmak, hizmet etmek istiyorsa buna kim engel olabilir?
Ya da olmalı mı?
Ama böyle olmuyor.
Bir devir kapanıyor, yenisi açılırken “haddini bildirmeler” başlıyor, intikam duygusu insanların gözünü kör ediyor, yel değirmenleri dönerken yılların emeği öğütülüp gidiyor.
Belki de o yüzden siyaset bana zor ve bazen anlamsız geliyor.
CHP Kadın Kolları İl Başkanı Gülşen Koşanoğlu, Baykal’ın ayrılmasından sonra gözyaşlarına boğulmuş ve bu fotoğraf gazetelerin birinci sayfasında yer almıştı.
Sonra Koşanoğlu, İzmir’e gelen Baykal’ı hem kaldığı otelde ziyaret etmiş hem de etkinliklerine katılmıştı.
Koşanoğlu’nu tanımıyorum, bugüne kadar da hiç sohbetim olmadı.
Hayata nasıl bakar, CHP için yararlı şeyler yaptı mı yapmadı mı, Baykal’ın kolladığı bir siyasetçi midir?
Baykal’sız ya da birilerinin gücünü arkasında hissetmeden siyaset yapamaz mı, partinin geleceğini taşıyabilecek kariyere sahip mi, değil mi?
İnanın bilmiyorum.
Sadece dışarıdan bakan bir göz olarak ve yakın çevremde minik çaplı bir araştırma yaparak bu satırları yazıyorum.
Bu görevden almalar devam ettiği ve “Baykal’cı, Kılıçdaroğlu’cu” tartışmaları devam ettiği sürece parti istediği ivmeyi yakalayamayacak.
Tutkularınız sizi takip ederse...
BU pazar da yine çok güzel röportajlar vardı gazete eklerinde... Hürriyet Pazar’daki İngiltere Yüksek Mahkemesi’ndeki 29 yaşında peruklu bir Türk Can Yeğinsu’nun nefes kesen başarı öyküsünü çok sevdim. Oxford Edebiyat ve Harward Hukuk’u birincilikle bitiren, ilk Türk barrister yani yüksek mahkeme avukatı Yeğinsu, şöyle bir cümle kullanıyor:
“17 yaşımda annemle Cambridge Üniversitesi’ni ilk ziyaret ettiğimde hukuk fakültesinin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmüştüm. Annemin bana öğrettiği en değerli şeylerden biri, tutkularımın sesini dinleyip yön tayininden sonra, bu kez onların beni takip etmesiydi. Tutkularınız sizi yönlendirmeye başladığında haritanızı çizmiş olmalısınız. Tutkunun esiri olmamak lazım...”
Siz de öyle mi düşünüyorsunuz?
Yani tutkularınızı bilip, hissedip kendinize bir yaşam haritası mı çizersiniz?
Sonra tutkularınızın sizi takip etmesini mi izlersiniz?
Cevabını vermek kolay değil.
Ama bildiğim bir şey var...
Hayatı tutkulu yaşamak en doğrusu...
Tutkuyla bağlanmak, sevmek...
Hayatı dibine kadar yaşamak...
İddialı insanlara da başka türlüsü yakışmaz zaten...
Tesadüfler
BİR diğer kesip sakladığım röportaj ise, Milliyet Cadde’ydi.
Şakir Paşa Ailesi’nin üyelerinden “Şakir Paşa” ve “Şirin” adlı anı kitaplarının yazarı Şirin Devrim’le yapılan röportaj...
Şirin Devrim’e sorulan soru şöyle:
“Hayatınızı okurken gördüm ki, her şeyi bırakabilmişsiniz. Memleketinizi, işinizi, kocalarınızı... O cesareti nasıl buldunuz?”
Devrim’in cevabı ise birkaç cilt kitap değerinde:
“Tesadüfler... Beni kurtaran tesadüfler oldu. Zaten babam derdi ki: Hayatta yalnız iki şey vardır. İyi ve kötü tesadüfler. Bütün mesele şu... Hiç korkmadım...”
Ben de hep böyle düşündüm.
Ve tesadüflerin hayattaki anlamına kafa yordum.
Gördüm ki...
Tesadüfler bazen insana hayatı sıfırlatıyor, bazen yeni başlangıçlar yaptırıyor.
Paylaş