Paylaş
Bu yılki 9 Eylül törenleri muhteşemdi.
İzmir’in doğumgününü herkes ama herkes birlikte kutladı.
Neden “Herkes” diyorum.
Çünkü geçen yıl; ”alternatif bir 9 Eylül kutlaması” icat edildi. Protokolün bir kısmı İzmir merkezde kalırken, bir kısmı da o alternatif yere gitti.
Anlamakta zorlandığımız, mantıkla izah edilemeyen bir durum...
Ve ne oldu biliyor musunuz?
Çok kişi dile getiremedi belki ama kentin genelinde büyük bir hayal kırıklığı, bir sorgulama ve geleceğe dönük büyük bir endişe oldu.
Bazen yeni şeyler söyleyebilirsiniz; bazen yeni fikirler ortaya atabilirsiniz, bazen alternatifler önerebilirsiniz; ama bunu yapacağınız yerler, konular bellidir.
Nasıl herkese göre demokrasi tarifi olamayacağı gibi, herkese göre de kutlama olamaz.
“Ben yaparım olur” da diyemezsiniz.
Olmaz çünkü...
Bu sene o yanlıştan dönüldü.
AK Parti’nin yeni il Başkanı Bülent Delican çıktı, “Böyle şey olmaz. Törenlere biz de katılacağız, Fener Alayı’nda birlikte yürüyeceğiz. İzmir’in geleneksel kortejine biz de katılacağız” dedi.
Çok iyi yaptı.
Siyaseten doğrusunu yaptı.
İzmirliler adına en iyisini yaptı.
Ve coşku inanılmazdı.
Kutlamanın tonu da, ritüeli de muhteşemdi.
Her zamanki gibi 9 Eylül’ü İzmirliler birlikte kutladı.
Yanlıştan dönmek de güzeldir
Her zaman yazıyorum.
Bu ülkedeki siyasetin tonu ve üslubu değişmeden; toplumun rahatlaması zor diye...
İşte size İzmir’den bir örnek verdim.
9 Eylül’e alternatif yaratmak; bir siyasi yaratıcılık mıdır, yoksa siyaseten bölmek midir?
Ama şu da önemlidir.
Yapılan yanlıştan dönmek de güzeldir.
Vatandaşın gündemiyle siyasetçinin gündemi çok farklı...
Bana göre bir siyasetçi dört yıl sonra seçim varmış gibi değil, hiç yokmuş gibi davranmalı...
İşte o zaman samimiyet ortaya çıkıyor, işte o zaman yaratıcılık çıkıyor, işte o zaman toplumsal fayda ortaya çıkıyor.
Bunlar olmayınca da; ortaya gerilim çıkıyor.
HİÇ ŞAŞIRMIYORUM
O koyda gazeteciler saatlerce “deklanşör nöbeti” beklerlerdi. Özal; yazları Marmaris’te Okluk Koyu’na gelir ve Semra Hanım ile birlikte tatil yapardı. Hatta bazı önemli görüşmelerini de bu koyda yapardı. Biz gazeteciler için de “deklanşör nöbeti” başlamış olurdu. Çünkü Özal’ın saat kaçta ve nasıl ortaya çıkacağı belli olmazdı. Sıkı bir koruma olur ve gazeteciler belirli aralıklarla içeri alınırdı. “Cennetten bir köşe” denir ya; Okluk gerçekten öyleydi. Aslında Türkiye’nin birçok yerinde böyle cennetler var. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan kıyılar, renkler ve doğa zenginliğimiz var. Çok iyi bildiğim o koyda yasaklar kalkmış. Kalkınca da istila başlamış. Yasağın kalkması, gelen insan sayısında patlama olması normal; çünkü herkes burayı merak ederdi. Anormal olan; bu cennet köşelerin kıymetini bilmememiz. Aslında şaşırmıyorum da...
Çekirdek yiyip sokağa atan, denizlerini çöp tenekesi gibi kullanan, eline geleni temiz su kaynaklarının ortasına fırlatan, evinin önünü süpürmeyi çoktan unutan bizler için Okluk Koyu çöpe dönmüş ne önemi var ki...
NE TEOG’muş
Şunu söyleyebilirim. Ne veliler, ne öğretmenler, ne de çocuklar mutlu... Herkesin kafası karmakarışık... Bir çocuğun, bir gencin istemeye istemeye gittiği okulda mutlu olması, verim alması, geleceğe dönük hayaller kurması mümkün müdür? Değildir. Sistem doğru mudur, değil midir, buna uzmanlar cevap verecek. Ama dışarıdan bir gözle baktığımda; bunun böyle gitmeyeceği çok açık ortadadır. Milli Eğitim Bakanlığı mutlaka ama mutlaka sistemi yeniden gözden geçirmelidir. “İstisna, nasıl olsa yanlışlar düzeltilir, zamanımız var” gibi savunmaların, rakamsal açıklamaların kimseyi tatmin etmediğini söylemeliyim. Çünkü rakam değil; hayaller önemlidir.
Paylaş