Paylaş
İlginç şeyler anlattılar.
Uzay mekiği Atlantis’i iki ay önce 8 Temmuz 2011’de son yolculuğuna götüren ekip, istasyona büyük miktarda ihtiyaç ve bilimsel araştırma için malzeme götürdü. Bu araştırmalardan biri de insan idrarının ihtiyaç durumunda içilebilir sıvıya dönüştürme testinin yapıldığı bir filtre sistemiydi. Kirli sıvılardan bakteri, virüs ve diğer istenmeyen maddeleri filtre eden bu araç; son seyahatte uzay koşullarında test edildi. Uzay gemisi Atlantis’in kaptanı Christopher Ferguson, testin başarılı geçtiğini, bu maddelerin yüzde 65’ini içilebilir suya çevirebildiklerini söyledi.
Testi yapan astronot insan terinin, nefesteki rutubetin ve idrardaki sıvının içilebilir su haline dönüştürülmesini sağlayan bu çalışmanın insanlığın gelecekteki pek çok sorununu çözmesi için önemli bir adım olduğunu söyledi.
İdrarı içilebilir suya çevirme işlemi iç içe geçmiş iki torba ile yapılıyor. Yarı geçirgen iç torbada şekerli bir çözelti bulunuyor. Dış torbaya enjekte edilen kirli sıvı istenmeyen maddeleri dışarıda bırakarak yavaş yavaş iç torbadaki şekerli çözeltiye geçiyor. Yeryüzü koşullarında 4 ile 6 saatte istenilen kalitede içilebilir bir sıvı elde ediliyor. Yer çekiminin olmadığı uzay koşullarında ise idrarın yüzde 65’inin içilebilir sıvıya çevrilmesi Atlantis’in son uçuşunda başarıldı.
ABD uzay araştırmaları için son 30 yılda tam 200 milyar dolar harcadı. Bu çalışmalar sırasında defalarca uzaya çıkıldı ve müthiş keşifler ile bilimsel araştırmalar yapıldı. Şu anda uzaydan bakıp herhangi bir ülkede, herhangi bir şehirde, herhangi bir caddede ilerleyen aracın plakasını görebilecek teknolojiye ulaşarak dünyanın tartışmasız en büyük gücü haline gelmesi bu sayede oldu.
Türkiye ise, geçen 30 yılda terörle savaş için tam 500 milyar dolar harcadı.
Türkiye teröre harcayacağı parayı bilimsel araştırma ve ekonomik kalkınmaya ayırabilseydi, hem Kürt sorunu çözülür hem de Türkiye bilgi satın alan değil, üreten ülke olarak sınıf atlardı.
Üç gün İzmir’den ayrılsam acaba gündem değişir mi?
BİR kez daha anladım ki, zaman çok çabuk geçiyor. Aralık başında bir davet için aradıklarında “Tamam” demiştim. Nasıl olsa daha 10 ay vardı.
Derken yılbaşı, ilkbahar, yaz...
Ve eylül geldi çattı.
Bavulları topladım, birkaç gün için İzmir’den uzaklaşıyorum.
Bambaşka bir dünyanın içinde, bambaşka gündemleri olan, bambaşka hayaller kuran bir grubun içinde 3 gün geçireceğim.
Üç farklı gün...
Bakarsınız dönüşte; İzmir’in de Türkiye’nin de gündemi farklı olur.
Örneğin...
Bakarsınız; İnciraltı planına itirazdan herkes vazgeçmiş, herkes ikna olmuş, yeni planlara başlanmıştır.
Bakarsınız 11 yıldır biz yazmaktan, siz konuşmaktan artık bıktığınız Dünya Ticaret Merkezi’nin inşaatına başlanmıştır.
Bakarsınız; İzmir Limanı özelleştirilmiş, yatırım kararı alınmış, Körfez taramasına başlanmıştır.
Bakarsınız; metro inşaatı bitmiş, Hatay esnafı derin bir ohhh çekmiş, Aliğa’dan Üçkuyular’a kesintisiz yolculuğa başlanmıştır.
Bakarsınız; kentsel yenileme denen o kulağa hoş gelen kavramın içi doldurulmuş, Bayraklı’nın, Bornova’nın Konak’ın sırtlarındaki gecekondular yerine dünyaya örnek olabilecek sosyal alanların yapımına başlanmıştır.
Bakarsınız; Çeşme’nin ecrimisil problemi bitmiş, Çeşme’nin yeni planına start verilmeye başlanmıştır.
Başka...
Kruvaziyer limanına başlanmış olsa...
İzmir, Levent Marina’dan sonra bir başka marinaya daha sahip olsa...
EXPO’nun organizasyon komitesi belirlenmiş, yeri seçilmiş olsa, ilk toplantılar yapılmış, proje netleşmiş olsa...
Siyasilerin verdiği sözler başlamış olsa...
Çılgın projeler değil, hayatı kolaylaştıracak projeler olsa...
Büyükşehirle ilçeler arasındaki randevu krizi bitmiş olsa... Aksine birlik mesajlarının verildiği bir görüntü verilmiş olsa...
Liman arkasındaki davalar artık bitmiş olsa...
Yeni fuar alanı ihalesine değil; inşaatına başlanmış olsa...
Olsa da olsa...
Elbette üç günde bunlar olmaz, ama ben 10 aya razıyım.
Hayat hızlı akıyor, zaman çabuk geçiyor.
İnsanlar için de kentler için de ülkeler için de...
Paylaş