Paylaş
Gözlerimi biraz daha açtığımda, ilk gördüğüm tavandaki birkaç çatlaktı. İçimi aniden bir korku sarmıştı. Allahım ne olur, yalvarırım içimden geçen şey olmasın dedim. Ama kabul etmedi. Adeta “Korkunç Bir Film 6” nın içindeydim. Misafir evinde erken uyanmıştım!!
Sabah saat 07.00… Alarm yok, iş yok güç yok. Bir önceki gece üçlere dörtlere kadar gıybet rekoru kırılmış. Normal şartlarda kendi evinde olan yetişkin bir Deniz’in en erken 12.30’da uyanması gerekirken, horozları işinden etmek istercesine, kargalara çaktırmadan onların mamasını yercesine bu kadar erken uyanmak ne diye düşünmeden edemedim. Adeta asla bozulamayacak bir lanete bulaşmıştım. Murphy kanunu falan değildi bu. Bir insan misafir olduğu evde sürekli herkesten önce uyanamaz ki, hele de günde 18 saat uyuma rekorunu elinde bulunduruyorsa…
Tavandaki çatlakları saydım. Çatlaklardan ev sahibine tavan falı bile baktım. Geçmişini geleceğini okudum, acaip şekiller fark ettim. Biraz daha baksam soy ağacını bile çıkarırdım. Steve Jobs’un ruhuna bir kez daha Fatiha okudum. Allah’ım iyi ki iphone um var diye şükrettim. Sonra oradan internete sektirme yaptım. Bu interneti bulandan Allah razı olsun dedim, bu zamana kadar hiç araştırmamıştım bu vesileyle internetin babasının Vinton Cerf olduğunu öğrendim. Sadece internetin değil hepimizin babası diye düşündüm. Sonra oradan Facebook’a geçtim. Mark Zuckerberg’i de anmadan edemedim. Twitter, instagram derken, rutin eski sevgili, eski sevgilinin yeni sevgilisi stalklarımı da yapınca saati ettik 08.00… Yetmiyordu sevgili okuyucu, o kadar şey yaptım sadece bir saatimi yatakta oyalanarak geçirebildim. Ancak evdeki herkes, hala uyuyordu.
Odanın içinde birden asfalt delici makina sesi yankılandı. Ta ta ta ta ta diye. Allah allah bu koskoca makinanın apartmandaki bir odanın içinde ne işi var diye düşünürken sesin midemden geldiğini fark ettim. Midemi hiç bu kadar uzun süre boş bırakmamıştım. 25 yıllık midem beklemediği yerden gol yemişti. E şimdi kalksan elalemin dolabını açsan bi dert. Bekleyip açlıktan şuurunu kaybetsen bir dert. Resmen içinde bulunduğum durum iki ucu çok güzel bir değnek. Acaba açıklarda, şöyle tezgahta falan bisküvi gibi bir şey bulabilir miydim diye düşündüm. Akabinde düşüncemi eyleme döktüm, napayım öleyim mi açlıktan a dostlar!
Şu düştüğümüz hale bak be, bir gün önce ne duygularla, ne heyecanla geldik bu eve. Tatlı bir sofra, hoş bir sohbet ardından da gıybet üzerine gıybet! Kahkahalar gırla derken şimdi koridorda fonda pembe panter müziği eşliğinde hırsız gibi yürüyoruz. Aman kimseyi rahatsız etmeyeyim, geç yattık zaten kimse uyanmasın diye stres içinde sonunda mutfağa ulaşabildim. Saat 09.00…
Ortalıkta bisküvi benzeri bir şey yok, ya dolapları açıp bakacağım ya da buzdolabını karıştıracağım. Böyle durumlarda da insanı bir çekingenlik hali alır ki sorma yani. Herkes ayaktayken o dolapları löpücük diye açarsın ama evde herkes uyurken açamazsın işte. Ayıp gelir sana. Belki o çok değerli peynirden yemeni istemiyor, belki pastırmanın kilosu pahalı diye ona asla dokunmuyor özel günler için saklıyor. Belki zeytin de egedeki halasından gelmiştir. İşte bunların hepsi mutfakta ev sahibi olduğu zaman sorun olmuyor ama kimse olmadığında insan bi çekiniyor. Bari bir galeta olsun be derken, gözüme çarpan çubuk kraker bana ordan göz kırpıyor. Hayaller sucuklu yumurta gerçekler çubuklu kıraker diye en azından midemdeki sesi kesiyorum. Ardından tuvaletim geliyor. Yapma be sindirim sistemi, başka zaman olsa bu kadar hızlı çalışmazsın. Senin yüzünden içimden bitki çayı ağacı çıkan bir kadına dönüştüm. Şimdi mi yani sindirim sistemi! Tuvalete gitsen bir dert gitmesen bir dert. Sifonu nasıl çekeceğim? Çok ses çıkarır mı acaba? Ay galiba şuan bunu düşünecek halde değilim hemen tuvalete koşmalıyım!
Hayatımda hiç bu kadar sessiz görmemiştim bu işi. Demek insan isteyince her şeyi başarırmış! Saat 09.30 insanlık için nasıl bilmem ama bu evdeki insanlar için çok erken bir saat olmalı ki henüz odalardan bir tıkırtı duymuyor, bir uyanma efekti sezmiyorum. Televizyonu açsam kesin uyanırlar, hayır rahatsızlık da vermek istemiyorum. Küçükken uyanmam için bilerek bulaşık makinasını boşaltan, hunharca tabak çanak yerleştiren efendime söyleyeyim çaydanlığı fütursuzca birbirine vurup ses çıkartan babaanneme de benzemek istemiyorum. Şöyle bir köşede sessizce uyanmalarını bekleyeyim ben en iyisi derken kütüphanedeki kitaplar dikkatimi çekiyor.
Saat 10.00 kendime kütüphaneden bir kitap seçip okumaya başlıyorum. Sonra büfedeki fotoğraflar dikkatimi çekiyor. Gıybet sevdiğim kadar meraklı da olduğumdan hepsine bakıyorum. Ay ya biri uyansa ve beni şimdi görse. Evini karıştırdığımı düşünür mü, evden bir şey eksilse benden bilirler mi? Deniz uyandığında herkes uyuyordu ve saatlerce ayakta yalnız takıldı. Dedesinin kızının görümcesinden kalan ve kaybolan gerdanlığı kesin o yürütmüştür derler mi? Ay ben gencecik yaşta hapislere mi düşeceğim şimdi! Sevgilim beni beklemez kesin gider evlenir o biriyle. Şimdi ben hem özgürlüğümü hem de sevgilimi sırf bir gün misafir evinde erken uyandığım için mi kaybedeceğim Allahım!
Saat 10.30 en iyisi ben yatağıma geçeyim. Gireyim yorganımın altına, alayım telefonumu herkesin uyanmasını beklerken selfie üstüne selfie çekeyim. En iyi çözüm bu. Bu yaştan sonra hapislere düşemem yani, hiç gerek yok. Yatağa girdim, tüm sosyal mecralar için ayrı ayrı fotoğraf, video, bumerang ne varsa çektim. Saati 10.45 yaptık çok şükür. Ardından minik bir tıkırtı duydum, kedidir o kedi dememe kalmadan sifon sesi geldi. Ohh beee yalnız değilim! Havai fişekler patlasındı, korku filminin sonunaa gelmiştik, THE END diii…
Aaaay diye esneyerek çıktım odadan, hem ağzımı hem bedenimi esnetmiştim, aman ne uyuduk be dedim çok geçmeden. Bu kadar iyi yeni uyanmış rolünü 10 oscarlık oyuncular gelse yapamazdı öyle diyim. Böylece “ Korkunç Bir Film 6” mı dersiniz “ Misafir Evinde Tek Başına 6” mı dersiniz filmimiz mutlu bir sonla bitmişti. Final cümlesi de “ çay koyalım mı ne dersin?” idi…
Örtmen geldi bye…
Paylaş