Paylaş
Türkiye’nin Ankara Anlaşması’nı genişleten ek protokolü imzalamasının ardından yayınladığı ve attığı imzanın Kıbrıs Rum kesimini tanıma anlamına gelmediğini duyurduğu deklarasyona verilecek yanıtın şekillenmesinde İngiltere’nin payı çok büyük. Ayrıntılara bakıldığında karşı deklarasyonunu Türkiye’den çok Rum kesiminin tezleri çerçevesinde şekillendiği görülüyor. Yani İngiltere’nin çabaları Rum kesiminin işine yaramış gibi. Ama karşı deklarasyonda yer alan unsurların Çerçeve Belge’ye dehil edilmemiş olması Türkiye açısından büyük bir avantaj. Çünkü bu şekilde karşı deklarasyon hukuki bir temelden yoksun kalıyor.
AB tarafından yayımlanan deklarasyonun ayrıntılarına bakıldığında da yine Türkiye’nin savunabileceği alanlar var gibi görünüyor. Deklarasyona göre Rum kesiminin Türkiye tarafından tanınması Türkiye’nin bugüne kadar savunduğu tezin aksine üyeliğin değil müzakere sürecinin bir parçası olarak kabul edilirken, limanların ve havaalanlarının Rumlara açılması meselesi ise 2006 yılına atıldı. Bu zaman manevrası sayesinde de Türkiye’nin 3 Ekim’de müzakerelere başlamasının önü açılmış oldu. Ayrıca “tanıma sürecin bir parçasıdır” tezinde de Türkiye’nin işine yarayacak bir açık kapı bulunuyor. AB, gelecek süreç içinde Rum kesimini tanıma konuunda baskı yaparsa Türkiye sürecin tamamlanmadığını söyleyerek bu talebin gereğini yapmayı erteleyebilir.
Tüm bunların yanında 3 Ekim öncesi bütün hukuki sorumluluklarını yerine getirmiş olan Türkiye’inn önüne şimdi bile binlerce farklı sorunun çıkarıldığı düşünülürse karşı deklarasyonun ilerde Türkiye’nin önünü kapamak için kullanılabileceği ve hatta kullanılacağı inkar edilemez ve gözden kıçırılamaz bir gerçek elbette. Ama yukarda da söylediğimiz gibi karşı deklarasyondaki konuların Çerçeve Belge’nin içinde yer almaması ve 3 Ekim öncesi son teknik engel olan bu belgenin de yayınlanmaya hazır hale gelmesi, yani 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasının kesinleşmesi piyasalar için iyi bir moral kaynağı oldu.
Bu arada Almanya seçimleri sonrası Türkiye karşıtlığını ana propoganda unsuru yapan Hristiyan birlik Partileri lideri Angela Merkel’in anketlere göre 15 puan önde olduğu Schröder’in SPD’sinden sadece 1 puan farkla seçimlerden çıkması da Türkiye’nin AB üyelik süreci açısından hayati öneme sahip. Angela Merkel karışık koalisyon hesapları içerisinde başbakanlığa gelse bile Türkiye konusunda eskisi kadar sert olamayacak. Çünkü ülkesindeki yüzde 1.2’lik Türk seçmenin ve Bundestag’daki 5 milletvekilinin nicelik olarak küçük ama nitelik olarak ne kadar etkili olduğu ortaya çıktı. İkinci olarak da bu sonuç büyük olasılıkla Avrupalı diğer liderler için önemli bir ders olacak. Türkiye karşıtlığının her zaman umulan başarıyı getirmediğinin görülmesi, AB’nin kendi iç politika sıkıntıları ve Avrupa kamuoyunun AB sürecine ilişkin tepkilerini Türkiye karşıtlığı ile örtme çabalarını da azaltabilir. Ama tamamen ortadan kaldırmaz.
Bu son gelişmeler piyasaların hoşuna giti elbette. Ama bugünlerde endeks için lokomotif olan bir çok hisse senedinin hedef değerlere ulaşmış hatta bu değerleri aşmış olması endersin kısa vadeli yükseliş trendini sınırlayabilir. Fakat 3 Ekim’den bir önceki hafta piyasaların yeni sürprizler ve zirveler yapması hiç de olasılık dışı değil.
Paylaş