Erdoğan yumruğunu vursa...

Zaten kafalar karışık, gönüller dumanlıydı, Avrupa Parlamentosu’nun dünkü açıklaması tüm bunların üzerine tuz-biber ekti. Son bir kaç gündür kiminle konuşsam aynı şeyi söylüyor: Erdoğan Lüksemburg’da masaya yumruğunu vurup kalksa, “biz onurlu bir milletiz bu tavrınız kabul edilemez” dese ne güzel olur. Bu kadarla da kalsa yine iyi. Bunu söyleyenlerin önemli bir kısmı zaten 3 Ekim’de müzakerelerin başlayacağı konusuna ilişkin artık derin şüpheleri olduğunu da söylüyor. Sadece onlar mı? Bugün gazetelere baktığınızda AB sürecinin en taviz vermez destekçilerinin bile AP’nin tavrını kamuoyuna açıklamakta zorlandığını görüyoruz. Yani hemen hemen ülkenin tamamına yayılan bir umutsuzluk ya da en hafifinden “nooluyoruz” duygusunun hakim olduğu bir döneme girdik.

Haberin Devamı

Peki Türkiye 3 Ekim’de müzakerelere başlamazsa ne olur? Bu sorunun yanıtını ben vermeye kalkmayacağım. Türkiye’deki piyasa uzmanlarının da görüşlerini aktarmayacağım, çünkü en büyük kabusları bu olmasına rağmen nedense kimse bu konuda açık açık konuşacak cesareti kendisinde bulamıyor. Aklımıza gelenin başımıza gelmesinden korkuyoruz galiba. Bu arada “yukarda son günlerde kimle konuşsam aynı şeyi söylüyor” dediğim insanlar arasında piyasa profesyonellerinin bulunduğunu da aktaralım. Ama onlar da görüşlerini ancak özel sohbetlerde açıkça dile getiriyor.

Bu nedenle yurtdışına uzanıp, Morgan Stanley gelişmekte olan piyasalar analisti Serhan Çevik’in görüşlerini bir kaç ay önce yazıp, “aynen geçerlidir” notuyla dün tekrar yayımladığı bir rapordan ayrıntıları aktaracağım.

Haberin Devamı

Raporda Türkiye’nin 3 Ekim’de müzakerelere başlayacağı konusunda şüphelerinin olmadığını belirten Çevik ardından şu soruyu soruyor: Peki ya beklediğimiz olmaz ve AB siyasi bir felç durumuna girip Türkiye ile ilişkilerini koparırsa durum ne olur?
Çevik bu durumda bir B planına ihtiyaç olmadığını, AB hedefi olsun ya da olmasın Türkiye’nin Kopenhag ve Maastricht kriterlerine uyum konusunda attığı adımları sürdürmesi gerektiğini ve şimdiye kadar alınan sinyallerin de gelişimin bu yönde olacağını gösterdiğini belirtiyor. Yani Başbakan’ın dediği gibi bu kriterleri Ankara kriterleri yaparak yoluna devam edecek.
 
Türkiye’nin şimdiye kadar gerçekleştirdiği siyasi reformların ekonomik gelişme üzerinde etkisinin çok yüksek olduğunu da belirten Çevik, hükümetin de bu durumu kavradığını ve bu nedenle reform sürecinden bir geri dönüş yaşanmasını beklemediklerini belirtiyor.

Ekonomik reformlar sayesinde ülkenin sürdürülebilir büyüme şansını yakaladığını belirten Çevik, Türkiye’inn AB çıpasını kaldırmasının ardırdan da bu reformlara devam edilmesi gerektiğini ve bu sayede ortaya çıkacak şokun büyük ölçüde emileceğini belirtiyor. Ve ekliyor; hükümet de şimdiye kadar bu konudaki niyetini gayet açık biçimde ifade etti.

Ve gelelim en önemli soruya... Bu durumun ekonomik ve mali parametrelere etkisi ne düzeyde olur? Burada önemli olan düzey, çünkü bu çıpanın ortadan kalkmasının ilk etkisinin olumsuz olacağı ortada.
 
Çevik bu konuda gayet net konuşuyor: “Kriz bekleyenler yanılıyor, biz Türkiye’nin makro ekonomik disiplinini sürdürdüğü müddetçe krize girmeyeceğinden eminiz. Mevcut kur rejimi, bütçe disiplini, sıkı para politikası ve mali sektör reformları şu ana kadar bir çok krizin etkisini ortadan kaldırdı ve bunların reel sektöre yansıması çok kısıtlı oldu” diyen Çevik, “AB olmasa bile uygulanan ekonomik program enflasyon düşüşü ve uzun vadede ekonominin bulunduğu gelişme çizgisini sürdürmeye yetecektir” yorumunu yapıyor.

Haberin Devamı

Tabi bu rapor IMF ile ilişkilerin önemini ortaya koyması açısından ayrıca dikkatle okunmalı. Türkiye’deki bir çok uzman da bu görüşleri paylaşıyor. Ama aynı şekilde IMF ile ilişkilerin çok iyi gitmediğini de biliyor bu uzmanlar.

O yüzden, evet, ekonomik program sıkı bir şekilde uygulanırsa AB sürecinin sona ermesi bile Türkiye’nin ekonomik gelişimine büyük bir darbe vuramayacak. Ama unutmayın ki IMF ile ilişkiler yeni dönemde pek de iyi gitmiyor. Yarın da IMF ilişkileri ve ekonomik programa bakacağız.

Yazarın Tüm Yazıları