Mart ayı enflasyon rakamları bir çok açıdan önemli. Tüketici fiyatları artışı yüzde 0.89 oranında arttı ve böylelikle 12 aylık enflasyon yüzde 11.8 seviyesine gerileyerek 2004 yıl sonu hedefini şimdiden yakalamış oldu. Bunun yanında toptan eşya fiyat artışı yüzde 2.1 olarak gerçekleşerek 12 aylık enflasyonu yüzde 7.97 seviyesine inmiş oldu.2004 yılı başından bu yana geçen üç aylık toplam enflasyon ise toptan eşya fiyatlarında yüzde 6.5, tüketici fiyatlarında ise yüzde 2.19 oldu. Bu rakamların neden başarılı ve neden başarısız olduğunu anlamak için 2002 yılının şubat ayında tüketici fiyatlarının yüzde 73.2, toptan eşya fiyatlarının ise yüzde 92 seviyesinde olduğunu hatırlatmak yeterli olacaktır diye düşünüyoruz. Şimdi bu rakamları mevsimsellikten arındırarak bakalım bir de. Buna göre 2004 yılı mart ayında mevsimsellikten arındırılmış tüketici fiyatları yüzde 0.6 oranında artmış. Geçen yılın aynı ayında bu rakam yüzde 1,4 oranında, 2002 yılında ise yüzde 2.2 oranında artış göstermişti.Tüketici fiyatlarını mevsimsellikten arındırdığımızda ise artışın yüzde 0.3’le sınırlı kaldığını görebiliyoruz. Bu da mevsimsellikten arındırılmış olarak yıllık bazda yüzde 6.7 oranında bir artış anlamına geliyor. Toptan eşya fiyatlarındaki artışa baktığımızda tarım fiyatlarının yüzde 3.6 oranında artarak rakamı yukarıya çeken en önemli unsur olduğunu görüyoruz. Geride bıraktığımız iki ayda da tarım fiyatları enflasyon üzerinde ciddi bir artış etkisi oluşturmuştu. İki aylık tarım fiyatları artışı 15.3 olarak gerçekleşti. Yani enflasyon rakamları üzerinde en ciddi riski taşıyan alan tarım fiyatları. Morgan Stanley’den Serhan Çevik’in araştırmasına göre toptan eşya fiyatlarını tarım fiyatlarını dışarda bırakarak hesaplarsak mart ayı artışı yüzde 1.6’ya yıllık artış oranı ise yüzde 5’e geriliyor.Enflasyon rakamlarındaki düşüş tartışılırken genelde bu gelişmenin toplumun büyük kesimlerine neden yansımadğı sorusu haklı olarak en çok sorulan soru oldu. Bunun yanıtını vermek için önce Türkiye ekonomisinin 2001 yılında nasıl bir kriz yaşadığının tespit edilmesi şart. 1993-2000 yılları arasında şirketlerin karlılık oranı yüzde 5,6 iken 2001 yılında yüzde -1 seviyesine indi. Bu durumda şirketler de ilk tasarruf tedbirlerini istihdam politikalarını değiştirerek, yani işçi çıkararak alma yoluna gitti. Böylelikle yüzde 5.6 seviyesinde olan işsizlik yüzde 12’lere kadar yükseldi. Reel ücretler yüzde 21.3 oranında azaldı. Buna bağlı olarak da GSMH içinde ücretlilerin aldığı pay 1999 yılında yüzde 30,7 seviyesindeyken 2003 yılı sonu itibariyle yüzde 25.6’ya geriledi.Geçen hafta 2003 yılı büyüme rakamları açıklandığında Türkiye’nin 2003 yılında yüzde 5.9 oranında büyüdüğü ve kişi başına düşen gelirin 3800 doları üzerine çıktığı yönünde bir açıklama ile karşılaştık. Bu açıklamayı yukardaki rakamlarla karşılaştırdığımızda Türkiye’nin önemli bir bölümünün artışı bir yana bırakın 2001 yılında yaşadıkları kaybı bile telafi edemedikleri orada. 2001’den bu yana ülke ekonomisi yüzde 14.1 oranında büyüdü ama istihdam olduğu yerde saydı. Bu arada resmi istatistiklarda yar alan yüzde 10,3’lük işsizlik oranının da gerçeği yansıtmadığı yönünde veriler olduğunu hatırlatalım. Yine Serhan Çevik’e göre iş başvurusunu geri çekmişo lan işsizler de hesaba katıldığında bu oranın yüzde 16’lar gibi bir seviyede gerçekleşmesi gerek. Korkunç bir işsizlik sözkonusu yani...“Emek cephesinin çöküşü, sermayenin patlaması anlamına geliyor”. Bu söz Morgan Stanley Ekonomisti Serhan Çevik’e ait. Gerçekten de çalışan kesim bu kadar ciddi bir sıkıntı içindeyken 1990’larda yüzde 4 seviyesinde olan verimlilik oranı kriz sonrası yüzde 8.4’e çıkmış durumda. Birim işçi maliyeti ise yüzde 39.1 oranında değer yitirmiş. Böyle olunca da 2001 yılında yüzde -1’e indiğini belirttiğimiz kar marjı yeniden 2003 sonu itibariyle yüzde 5.6 olarak gerçekleşebildi.Peki bu durumdan sonra artık yavaş yavaş şirketlerin yeni yatırıma kapasite artırımına ve yeni işçi alımına gitmesini beklemek doğru olmaz mı? Elbette hemen değil ama zaman içerisinde bunun kıpırdanmalarını görebiliriz. Maalesef hayır.Çünkü şimdi de şiketler faizler ne kadar düşmüş olursa olsun yüzde 12 seviyesindeki reel faizin cazibesine kapılmış durumda. Üretim yapmak yerine sermaye yatırımını tercih ediyor. Ekonomi büyüyor. Ama işçilerin sırtına basarak.