Cüneyt Ülsever: Yitirdiklerimiz sadece büyüklerimiz mi?

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

Bayramın ilk günü Sayın Ertuğrul Özkök'ün babasını yitirişi ile ilgili yazdığı yazıyı okurken gözlerim doldu. Duygu yüklü ve çok içten yazılmış bir yazı idi. Ben, Özkök'ün babasına üzüldüm, ama ona ağlamadım. Bir kez daha benzer koşullarda kaybettiğim kendi babama ağladım. Sayın Cengiz Çandar'ın babasını kaybettiği zaman yazdığı içten yazı da beni ağlatmıştı. O zaman da bir dostumun babasına yanmakla birlikte, yüreğime düşen kendi babamın acısı; daha doğrusu kendi geçmişim idi.

İnsanlar, hele saygın insanlar, terk-i diyar ederken yanlarında bir dönemi de götürüyorlar.

Biz ise kaybedilen döneme, o dönem içindeki payımıza yanıyoruz. Özkök de öyle yapmış!

Bayram münasebetiyle bulunduğum Samsun'da mezarlıkları ziyaret ederken; hem artık toprak olmuş akrabalarımın sayısındaki bolluğa şaşıyor, hem de her biri ile bir dönemi yád ediyordum. Samsun'u hep misafirhane addeden Urumeli göçmeni dedem ‘‘Veli Aga’’, onunla aynı köyden karısı ‘‘Nuriye’’, aynı mezarı paylaştıkları evlatları ‘‘Vedat Dayı’’, ‘‘Düttürü Teyze’’, en ufak rüzgárda yalpalayan ve neden dayımız olduğunu kimsenin bilmediği ‘‘Ahmet Dayı’’, Samsun'da 40 yaşı aşkın kim varsa onları sünnet etmiş ‘‘Hacı Cevdet Enişte’’, hanımı teyzem ve niceleri bana Yunanistan'ın Sarışaban köyünde başlayan ‘‘aile maceramızın’’ Samsun'da ulaştığı ‘‘son’’u anlattılar.

Kervana henüz katılmamış 90'lık Mümine Ana, 70'lik bir diğer teyzem, misafir oldukları bu dünyada, şimdi kendi kendilerine yetme mücadelesi verirlerken pekálá biliyorlar ki, Samsun artık onların Samsun'u değil!

Samsun onların değil, hele hele benim hiç değil! İlahi adalet belki canlarımızı bizden uzak kılmış, ama Samsun intihar etmiş. Mezarlıklarda yatan sadece ölülerimiz değil, bizzat Samsun'un kendisidir.

Kaybettiklerimiz sadece canlarımız değil, bizzat değerlerimizdir.

Her biri hayatımıza ‘‘yol haritalığı’’ eden değerlerimizi de kaybedince, bu dar-ı dünyada ne ederiz, nereye gideriz?

Çocukluğundan beri kulağını menkıbeleri ile doldurduğum ‘‘teneke evi’’ Samsun'da oğluma gösterdiğimde, onun ilk tepkisi ‘‘Hadi canım sen de’’ oldu. Zira ben ona bahçeli bir teneke ev değil, çirkin bir beton yığını gösteriyordum. Binaya şöyle bir baktı, sonra alay edermiş gibi bana sırıttı.

Belki de içinden, ‘‘Baba sen de ama üfürüyormuşsun!’’ diye geçirdi.

Tırmandığım incir ağacının farazi yerini ona tarif ettiğimde hayalini dahi kuramadı ve o an fark ettim ki ben ona ‘‘teneke evin’’ fiziki yerini göstererek bizzat ‘‘teneke evi’’ katletmiş oldum.

Şayet ‘‘teneke ev’’ sadece anılarda kalsa idi hayata daha fazla direnecekti!

Çirkin bir beton yığınına karşı yaşadığı mağlubiyet ifşa olunca esas şimdi yıkıldı.

Altında da ben kaldım!

Dikkat ediyorum, ‘‘eski toprakların’’ anıları yád edilirken; gündeme hep onların erdemleri, örflerine verdikleri önem, direnişleri, dik başlılıkları, inançlarındaki safiyet geliyor.

Gençler yád edilirken ise hangisinin hangi beton yığınına sahip olduğu, hangi siyasi parti ile içli dışlı olduğu, hangi ihaleleri kazandıkları konuşuluyor.

Evet, yıllar sonrasının Samsun'u çok daha zengin. Zenginliğin ölçüsü de bahçeleri yutan, yeşilden nefret eden, çiçeğe ve ağaca düşman, zevksizliğin kalası, estetiğin baş belası ‘‘beton yığınları’’.

Ödenen ücret ise erdem!

Değer mi idi be koca Samsun?

Yazarın Tüm Yazıları