Paylaş
1980'lerin sonunda SSCB'nin çöküşü dünyaya, ‘‘tarihin sonu’’ zırvaları çerçevesinde insanlığın adeta tüm çelişkilerinden kurtulması, nihayet barış ve huzurun tesis edilmesi olarak takdim edildi.
Belki ‘‘tek pazara’’ ulaşılmış idi ama gözlerden kaçan fukaralığın değil, sadece adına komünizm dediğimiz bir gücün ortadan silinmesi idi.
Komünist sisteme meşruiyet sağlayan fukaralık, olduğu yerde durmakta idi.
Brezinski'nin çok namuslu bir şekilde itiraf ettiği gibi, gözünü Sovyetler'in çöküşü bürüyen ABD ‘‘yeni dünya düzeni’’ hakkında hiçbir hazırlık yapmamıştı.
Dünyada belirli ülkelerin yaşadığı fukaralığa, karşıt güçler tarafından yeni panzehirler sunulması eşyanın tamamen tabiatına uygun bir tavırdır ve nitekim Müslüman ülkelere bu panzehir, bu sefer, İslami fundamentalizm olarak takdim edildi. Öte yanda ABD, daha evvel Sovyetler'in gücünü kırmak için var gücüyle Sovyet hegemonyası altındaki irili ufaklı kültürel kimlikleri kışkırtmıştı ve artık kurt kanın kokusunu almıştı. Adını hiç duymadığımız bir takım ülkeler ‘‘yeni düzen’’de zuhur ettiler.
Nitekim, Batılı güçler bu yeni düzenin ilk yıllarını şaşkınlık ve tereddüt içinde geçirdiler. Sonradan da yeni politikalarını yeni gerçekler (!) çerçevesinde çizmeye çalıştılar.
Türkiye'de ise ‘‘eski düzen’’den olduğu gibi devir alınan fukaralık kendisine ‘‘yeni düzen’’de iki temel açılım buldu.
Bunlar ‘‘siyasal İslam’’ ve ‘‘Kürt meselesi’’dir!
Üstelik sosyolojiyi yeni keşfeden ülkemizde yeni açılımlar fukaralığın sadece kod adları değil, aynı zamanda sıkıntıların ekonomik boyutlar dışında da var olduğunun bir ifadesidir.
Her iki açılım da ekonomik kakılmış ile sosyolojik itilmişin üst üste örtüşmesidir.
* * *
Yeni dünya düzensizliğinde çeşitli Batı ülkelerinin, entelektüel söylemler dışında, kendi aralarında sessiz ve dolaylı verdikleri yeni Ortadoğu düzeni mücadelesi de, bizim topraklarımızda, 1980'lerde küçümsediğimiz PKK terörü çerçevesinde yaşandı ve yaşanıyor.
Kıta Avrupası genelde PKK yandaşı bir tutum almaya itilince, aynı düzenin ince ayar rakibi Anglosakson gelenek de eski dost ve müttefik Türkiye'nin yanında yer almak durumuna düştü.
Vurgulamak isterim, bu tavırlar kimsenin kimseye karşı duyduğu kaş-göz muhabeti değildir! Ortadoğu'daki mücadele tarafları bu şekilde yerleştirdi.
ABD, bir yandan daha evvel kendi kışkırttığı kimlik mücadelesi çerçevesinde Kürt relitesine sahip çıkmak zorunda kalırken, aynı zamanda daha evvel tüm anti-komünist dünyada Gladio türü bir örgütlenme ile Sovyetler'e karşı kışkırttığı güçlerin Türkiye karşılığı olan eski ülkücülerin bir kısmının, Türkiye'de PKK'ya karşı kontrgerilla mücadelesi vermesine, en hafif deyimi ile söyleyelim, göz yumdu!
Ancak, karşılıklı olarak verilen bu mücadele zaman içinde her iki tarafa da hayır etmediği gibi PKK ve kontr-PKK militanları hem nihai bir sonuç almaktan aciz kaldılar, hem de legalite dışı palazlandıkları ve her ikisi de eroin üzerinden beslendikleri için arada bir işbirliği yapan, giderek de merkezlerinden bağımsız güç kazanan varlıklar haline gelmeye başladılar.
Sanırım, dünyada bu çıkmazı ilk fark eden ABD oldu. Kendisine birkaç yıldır daha agresif bir yeni Ortadoğu düzeni planlayan da ABD.
Ben kontr-PKK ve PKK'ya karşı eş zamanlı ‘‘yok etme’’ planları uygulandığı görüşündeyim. Alaattin Çakıcı ile Abdullah Öcalan'ın başına gelenler bana aynı planın birer parçası gibi gözüküyor!
Yeri gelmişken söyleyeyim, Apo'nun derdest edilmesinde yaptığımız gibi, etkin politikalar uygulamaya devam edersek, ‘‘Yeni Ortadoğu Düzeni’’nin hayrımıza olacağını düşünüyorum.
(Pazartesi devam edeceğim.)
Paylaş