AKP 2002 yılında iktidara AB üyeliğini destekleyen bir eda içinde geldi ve 2004 sonuna dek bu uğurda büyük çaba gösterdi. Ancak 17 Aralık 2004’te AB’den Türkiye’nin AB’ye Katılım Müzakereleri’ne başlaması kararı alındıktan kısa süre sonra anlaşıldı ki AB üyeliği AKP için sadece hedefe giden yolda bir araçtır. Hedef hem içeride hem dışarıda "değiştiğine" dair meşruiyet kazanmaktır.
* * *
2005 yılından sonra Türk dış politikası Dışişleri Bakanlığı’nı da zaman zaman devre dışı bırakarak yavaş yavaş Ahmet Davutoğlu’nun mihmandarlığını yaptığı i) oynak merkezli, ii) tüm ülkeler ile teke tek ve doğrudan karşılıklı menfaatleri hedefleyen, iii) komşularla sıfır sorun yaşamaya kilitlenen, iv) ülkeyi Ortadoğu’da merkez ülke haline getiren, v) ABD’nin dümen suyunu takip etmeyen "amaçlara" bağlandı.
Ben dünkü yazımda bu 5 hedefin esasında birbiriyle çeliştiğini ve giderek oynak merkezli politika yerine oynak politikaya dönüşebileceğini belirttim.
Örneğin, Davutoğlu’nun yakın zamanda sarf ettiği "Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir" sözlerinin bu 5 hedefle çeliştiği aşikardır.
* * *
Dünyada bütün dış politikalar bir çıpaya (hedefe) kilitlenerek var olurlar. Herkese mavi boncuk dağıtmaya dayanan "oynak merkezli politikalar" bile çıpasız kalamaz. Nitekim, belki bölgesel zorunluluk, belki de ideolojik arka plan nedeniyle Türk dış politikası giderek Ortadoğu’ya çıpalanır bir görüntü vermeye başladı. Görünen çıpa genelde Batı, özelde AB üyeliği olsa da algılanan çıpalama İslam dünyası olmaya başladı.
Başbakan’ın Almanya’daki işçilere seslenirken "Türk kimliği"ni (asimilasyondan kaçış) vurgulaması, Davos’da İsrail Cumhurbaşkanı’nı azarlaması, Hamas’a adeta kefil olması, sonradan çark etse de Rasmussen’in Nato Genel Sekreterliği’ni İslam dünyası adına veto etmeye kalkması AKP’nin AB üyeliğinde ne kadar istekli olduğunun tüm dünyada sorgulanmasına sebep oldu. Türkiye’de bazı kanaatler odur ki, oynak merkezli dış politika da bir çıpaya muhtaçtır ve Türkiye için artık bu çıpa AB üyeliği değildir.
* * *
Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olması ile başlayan dönemde, eğer Türkiye AB üyeliğine çıpalanacaksa benim zihnimde bu iddiayı doğrulayacak veya çürütecek çok basit bir test var. AKP’ye büyük prim veren AB taraftarı Eser Karakaş’ın Star Gazetesi’nde yer alan cümlesi ile bu test şu şartı sorgulayacaktır.
"Gümrük birliği ve müzakere sürecinin bir gereği olarak hava ve deniz limanlarımız Kıbrıs ile mal ticaretine hemen açılmalıdır."
AB ile müzakerelerin devam edip etmeyeceğini 2009 yılı sonuna dek Kıbrıs Rum Kesimi’ne limanları açıp açmayacağımız belirleyecektir.
Türkiye 29 Temmuz 2005’te, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB üyesi olan Kıbrıs dahil, 1963 tarihli Ankara Antlaşması’nı 10 ülkeyi kapsayacak şekilde genişleten "Ek Protokol"ü imzalamıştır. Türkiye aynı gün, ayrı bir açıklama ile Kıbrıs’ı tanımadığını ilan etmiş olsa da, 22 Eylül 2005’da AB Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanımadığına dair açıklamasının geçersizliğini vurgulayan bir açıklama yapmıştı.
* * *
Benim indimde Ahmet Davutoğlu yönetiminde Türk dış politikasının hangi yöneçıpalandığı (hedeflendiği) limanların yıl sonuna dek Kıbrıs Rum Kesimi’ne açılıp açılmaması ile berraklık kazanacaktır.