Türkiye’ye ne oluyor? (II)

GENEL başkanların özel hayatına kadar bulaşan bir “paylaşım savaşı” yaşıyoruz.

Dün yazdım. Bu savaş sadece Anayasa değişikliği üzerine verilen bir kavga değil, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ülkeye egemen olan düzeni değiştirmeye yönelik bir savaştır.
* * *
Cumhuriyet inşa edilirken onu kuran askeri-sivil bürokrat elit açısından gereken yaptırımlar acele yapılması gereken eylemlerdi.
Cumhuriyet’i kuran elitlerin zihnindeki tasavvur, zihinlere yer edecek zamana sahip değildi, bundan dolayı “hayat tarzı”nı hedef aldı ve elit 600 yıldır muhafaza edilen hayat tarzını adeta bir gecede değiştirmeye kalktı.
Kitleden “muhafazakâr hayat tarzı”ndan vazgeçip, kendilerince artık yaşanması şart olan “modern hayat tarzı”na uyum göstermesi istendi.  
Bunu isteyenler basitçe “hayat tarzı” dediğimiz; giyimden kuşama, yemeden içmeye, akıldan gönüle, örften âdete, estetikten felsefeye hayatın her safhasına nüfuz etmiş, kısaca insanı “kendi” yapan yaşama biçimini hedef aldıklarının farkında değildiler.
* * *
Kitle, Cumhuriyet elitlerinin devrim tasavvurunu kendisinin inkârı/yok sayılması olarak algıladı ve ülke bugünlere “modern hayat tarzını” benimseyenler ile “muhafazakâr hayat tarzı”nda direnenlerin birbirinden ayrıştığı bir ülke olarak geldi.
Uzun seneler devlet aygıtı elitlerin elinde kaldı ve muhafazakârlar, modern hayat tarzına teslim olmadıkça; ekonomik, siyasal, sosyal hayattan dışlanmaya razı olmak durumunda kaldılar.
Muhafazakâr hayat tarzında direnenler temsil gücü yüksek mesleklerden dışlandılar, siyasette kitle ile irtibatlanan teşkilat görevlerine razı oldular, sosyal hayatta belirli mahvillere giremediler.   
Açıkçası, gettolara kapatıldılar, kendi aralarında kapalı bir hayat sürmeye zorlandılar.
Modern hayat tarzını benimseyenler ise elit olma avantajını her türlü alanda, haliyle, kendi lehlerine  kullandılar. Kapalı bir ekonomik yapıda; Ankara’nın ihaleler ve devlet kredileri ile İstanbul’u beslediği, İstanbul’un da artan ekonomik gücü ile Ankara’da siyaseti finanse ettiği, hatta giderek şekillendirdiği bir düzen kuruldu.
Modernlere göre muhafazakârların bu sisteme itiraz hakkı yoktu, zira hem onlar eski ve tükenmiş olanı temsil ediyorlardı, hem de biat ettikleri an kapılar onlara da açılıyordu.
Millet kendisi için doğrunun ne olduğunu ayırt edemiyordu, o halde arada bir kitleyi yola getirmek de gerekiyordu. Devlet aygıtı bunun için gerekliydi.
Modernler doğru yaptıklarına o kadar inandılar ki, kitleye dayattıklarını katiyen kabul etmediler.
* * *
Dünkü yazımda da belirttim, ülkede paylaşım savaşı yaşanıyor ama bu sınıflar arası bir savaş değil.
Farklılaşma, hayat tarzı farkından oluştuğu ve muhafazakâr hayat tarzı temelinde din kurumu tarafından şekillendirildiği için, paylaşma savaşında siyasi ayrışım giderek dini hassasiyeti yüksek olanlar ile bu hassasiyete tepkiyi ifade eden laiklik hassasiyeti yüksek olanlar arasında oluşmaya başladı.
* * *
Ancak ayrışım Turgut Özal döneminde muhafazakâr Anadolu sermayesinin şekillenmesi ile güç dengesini değiştirmeye başladı. Zira, muhafazakâr hayat tarzını benimseyenlerin ellerine ilk kez siyaseti finanse edecek çapta para geçmeye başlamıştı.                     
(Yarın devam edecek.)
Yazarın Tüm Yazıları