BEN bir TED’liyim. Bununla gurur duyuyorum. İlkokulu o zamanki adıyla Türkiye Eğitim Derneği’ne (TED) bağlı Ankara Maarif Koleji’nde okudum.
Okulumda öğrencilerin "uyuşturucu partisi" yaptığı ortaya çıkınca benim de canım yandı. Çok üzüldüm. Bu görüntüler benim okulumdan yansımamalıydı. Ama medya bu görüntüleri, TED’in toplu kıyımına-yargısız infazına çevirmeye kalkınca önce kırıldım, sonra yapılan haksızlık karşısında kızmaya başladım.
Benim duygularımı çok doğru anlatan bir TED yöneticisinin mektubunu alınca da onu yayınlamaya karar verdim.
* * *
"Günü kurtarmak, incelemeye, araştırmaya bile gerek duymadan, sorunu geçici çözümlerle savuşturmak... Siyasetten ekonomiye, toplumsal sorunlardan günlük yaşantımıza her yanımızı habis bir ur gibi saran hastalığımız.
Son günlerin en çok konuşulan manşetlerinden biri, Ankara’da bir özel okul tuvaletinde çekilen ve kendisine ’uyuşturucu partisi’ başlığıyla (uyuşturucu ve parti kelimelerini yan yana kullanmak ne kadar doğruysa) yer bulan haber de işte bu hastalığımızın en somut örneklerinden biri. Suçlu arandı, bir dedektif misali ’hangi okul’ sorusu araştırıldı, yanıt bulundu, Türkiye rahat bir nefes aldı!
* * *
Uyuşturucu, gençliğimizi tehdit eden tehlikelerin en başında geleni. Peki, bu haberin bir anda gündeme oturma hızına bakılırsa ülkeyi yönetenler,medya,emniyet güçleri,anne babalar hepimiz bu tehlikenin yeni mi farkına vardık acaba! Ya da bu sorunu, eczanelerde, dükkánlarda, kısaca sokakta reçetesiz, üstelik üç kuruşa satılan bir spreyi’oyun’ gibi ciğerlerine soluyan gençlerle mi keşfettik?
Gençlerine örnek birer rol model olamayan politikacıların; çığ gibi büyüyen işsizliğe dur diyemeyen, yapboz tahtasına dönen sınav sistemleriyle gençlerini kurban pazarında koyun seçer gibi eleyen, para tuzağı dershaneleri bir gelir kapısı olarak gören ülke yöneticilerinin; çocuklarının "oyun hakkı"nı görmezden gelip onları yarış atına çeviren anne babaların hiç mi suçu yok?
* * *
Ve medya. Haber alma ve haber verme özgürlüğü, demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Ama reyting savaşları uğruna şiddet, kan ve gözyaşıyla beslenen, uyuşturucu haberlerini yayınlarken bile neredeyse ’kullanım kılavuzu’ yayınlayacak kadar tehlikeli bir yayıncılık anlayışıyla Türkiye daha kaç günü kurtaracak?
Saddam’ın tekrar tekrar, en ince ayrıntısına kadar ekrana gelen idamını izledikten sonra kendini ipte sallandıran küçücük bedenlerin; beyinlerini uyuşturan, sorunlarını silahla vuruşarak, bıçaklayarak, taciz ederek, gasp ederek ortadan kaldıran gençliğin görüntüleriyle dehşete düşmeden önce hepimizin durup düşünmesi ve galiba biraz da suçu kendimizde aramamız lazım."
* * *
Bu mektup isyan bayrağını göndere çekiyor! Beni, bu isyandan medyanın da pay alması, hatta en fazla payı alması daha çok ilgilendiriyor.
Bir yarayı teşhis ederken bütün vücudu yakmak!
Medyanın görevi bu mudur?
Teşhis tedaviye önayak olur, peki ama histerik bir teşhir nelere önayak olur?