Önce bir hakkı teslim etmeliyim. Dün yazdım: “HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişiklik tekliflerini somut gerekçelerle savunacak “evet”çiyi bu köşede kutlayacağım!”
Engin Ardıç dünkü Sabah Gazetesi’nde “Halkın anlayacağı şekilde anlatalım” diyerek HSYK’da yapılacak değişiklikleri savunuyor. Her ne kadar, “HSYK’nın yönetim ve temsilinin ait olduğu Adalet Bakanı” ve müsteşarının HSYK’daki özel ve ayrıcalıklı yetkilerinden (yasamanın yargıya açık müdahalesi), belki de “halkın anlayacağı şekilde anlatılamaz” diye düşünerek bir kelimeyle bile bahsetmiyorsa da, kendisini candan kutlarım. * * * AKP’nin ülkeyi “sivil faşizme”, “sivil istibdada”, “tek parti diktatoryasına”, “şeriat rejimine” götürüyor diye eleştirildiği bir ortamda AKP’nin hedeflediği yönetim tarzını, ben başından beri ısrarla “sivil vesayet” terimi ile açıkladım. “Sivil vesayet” tezimi “Türkiye Nereye Payidar?” başlığı altında 3 serilik bir dizi ile 5, 6 ve 7 Ocak 2010 tarihlerinde ilk kez irdeledim. Ayrıca, meramımı daha da iyi anlatmak için 26 Ocak 2010’da “Sivil Vesayet” ve 27 Ocak 2010 tarihinde “Sivil Vesayetin Önlenemez Çekiciliği” başlıklı yazılar yazdım. Vesayet “vasi” kelimesinden türetilmiştir ve vasi=gözetici, koruyucu, veli anlamına gelir. Vesayet rejimlerinde ortada “faşist” bir yönetim veya “istibdat” veya “diktatörlük” uygulayarak zora başvuran, açık boyunduruk altına alan bir yönetici yoktur ama “vasi”, vesayeti altındaki furu/teba/mürit vb.’lerini onlara sınırlı bir yetki/özgürlük alanı çizerek yönlendirir. Furu/teba/mürit velisinin çizdiği sınırların dışına çıkmadığı süre “özgürdür”! Askeri vesayet altında yaşayan bir ülkede illa askerin darbe yapmış olması, veya yönetimde doğrudan görev alması gerekmez. Asker özgürlüklerin sınırını çizer ve sadece bu sınırın dışına çıkana müdahale eder. Sivil vesayette ise genellikle halkın çoğunluk oyları ile seçilen bir yönetim vardır. Koyduğu kısıtlamalar belki de çoğunluğu rahatsız bile etmez. Ama sivil vesayete başvuran hükümet azınlığın hukuk devleti ile korunan baki haklarını da kısıtlamaya çalışır. Sivil vesayet; yürütmenin ivedilikle yargı ve yasama erklerini tamamen kendi sultası altına alması ile başlar. Hukuk devletinin hiçe sayılması ile yerleşir. Etki-tepki ikilemi içinde genellikle de başka bir vesayete tepki ile gündeme gelir. Venezülla’nın Chavez, İran’ın mola rejimi hep bir önceki başka bir vesayet rejimine tepkiyle ve halk desteğiyle doğmuştur. * * * Adnan Menderes (DP) de tek parti (CHP) sultası ile yerleşen asker-sivil bürokrat vesayetine son vermek üzere büyük halk desteği ile seçildi ama özellikle 1957 sonrası muhalefete ve basına hayat, hatta mahkemelerde kendini savunma hakkı bile tanımadı. Onun sivil vesayeti de tarihe utanç sayfaları olarak geçen ve ülkeyi en az 40-50 sene geri götüren askeri vesayet ile sonlandırıldı. * * * Askeri vesayete tepkinin sivil vesayete dönüşme ihtimali bugün de söz konusudur. 12 Eylül Referandumu bu açıdan bir yol ağzıdır. “Milletler layık oldukları idarelere kavuşurlar” şiarı ile gideceği yolu millet belirleyecek! Son söz: Menderes kendi milletvekillerine “İstersem odunu bile seçtiririm” demişti. Erdoğan da 23 Nisan’ın çocuk başbakanına “İster asar, ister kesersin!” diyor. Dilerim, tarih tekerrür etmez!