Obama, Ortadoğu ve AB

GEÇEN hafta Obama, Kahire’de yaptığı konuşmayla Müslüman dünyanın gönlünde taht kurdu. Müslümanlar, Obama’nın konuşmasını Bush döneminin küstah edasından sonra oldukça dostane buldular.

Obama, Kahire konuşmasında Türkiye’ye de yer verince, hele hele ardından Sarkozy ile Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ağız dalaşı yapınca, Barack Obama kendi kullanmadığı göbek adıyla iyice anılır oldu, "Sevgili Hüseyin"in giderek İslam inancını benimseyeceğine neredeyse iman eder olduk.

Ancak ben ilk günden beri söylüyorum. Muhakkak ki bir Demokrat olarak Obama, ABD dış politikasına yeni bir üslup getirme çabasındadır. Tek merkezli bir dünya anlayışı yerine çok merkezli bir dünya anlayışı benimsemek istemektedir. Ancak, Obama da her ABD Başkanı gibi, kendi ülkesinin çıkarlarını korumak üzere yemin etmiştir.

Bush ile temel farkı, bu çıkarları koruma uğruna, "önce vur, sonra (gerekirse) danış" anlayışı yerine "önce danış, sonra (gerekirse) vur" anlayışını benimseyeceğini önden ilan etmesidir.

* * *

Obama’nın Irak’tan asker çekmesi ile Irak’ın kendi kaderinin kendisinin tayin etmesi aynı şey değildir.

Daha açık yazarsak, Irak yönetiminin Iraklı yöneticilere teslim edilmesi, Irak’ın petrolünü istediğine istediği gibi satması demek değildir.

ABD’nin İran ile diyalog araması da İran’ın, İsrail örneğinde olduğu gibi, nükleer silah üretme hakkını İran’ın iç meselesi olarak görmek değildir.

Hele hele İran’ın Suriye, Lübnan, Hizbullah, Hamas ilişkileri bugünkü gibi devam ederse, bu durum bağımsız bir ülkenin kendi bağımsız dış politika tercihi asla olmayacaktır.

"Önce danış, sonra vur" politikasına en iyi örnek Afganistan ve Pakistan’dır. Afpak’ta Taliban ile önce diyalog yolları aranmış, ama Pakistan’ın Svat Bölgesi Taliban’ın eline geçince, "Ne yapalım, bu Pakistan’ın iç meselesidir!" denmemiştir.

Bütün bunları ABD’nin dış politikasını eleştirmek için yazmıyorum veya amacım Obama’yı ikiyüzlülükle suçlamak asla değil.

Dünyanın en büyük emperyal devletinin dünyada statükoyu devam ettirmek istemesi, sadece eşyanın kendi tabiatıdır ve Obama’nın asli görevi dünyada statükonun ABD lehine çalıştığı sürece ve yerlerde korunmasıdır.

Bir an düşünün; Kanuni Sultan Süleyman "Ben yedi cihan padişahıyım, diğer devletlerle diyalog içinde yaşamak için artık Osmanlı’yı küçültmeye hükmeyledim!" deseydi, hali nice olurdu?

* * *

"Al gülüm, ver gülüm"
üzerine kurulu bir uluslararası düzende Obama’nın Türkiye aşkı da áşığın maşuğa teslimiyeti üzerine değil, áşığın maşuktan beklentileri üzerine inşa edilmektedir.

Her şeyden önce, Avrupa’nın nüfusu en kalabalık ülkelerinden birisi olarak ABD müttefiki Türkiye’nin AB üyeliği, ABD-Almanya-Fransa satrancında ABD’nin elinde güçlü bir taş olacaktır.

Öte yanda ABD, Irak’tan çıkarken Kuzey Irak’ı teslim edebileceği en yakın dost Türkiye’dir. Türkiye, PKK meselesini aşabilirse ABD’nin Kuzey Irak’ta aklının arkada kalmamasının en güçlü garantörü olur. Zaten, bu konuda pazarlıklar devam etmektedir.

* * *

Obama
muhteşem bir hatip, ekibi muhteşem bir hakla ilişkiler stratejisi uyguluyor.

Ancak ben, büyüklerim beni öptüklerinde, "Bakalım arkadan ne gelecek!" diye düşünmeden edemem.
Yazarın Tüm Yazıları