Nedeni basittir. İnsan sahip olmadığının ama değer verdiğinin peşinden gider, bir gün onu saçlarından yakalamanın umudu ile bir ömrü yaşar.
Huzur ve ben birbirine zıt iki kutup gibiyizdir. Ancak zıtların yarattığı çekim alanı misali birbirimizi daima çekeriz. Daha doğrusu o beni daima çeker. O benim çekim alanıma hemen hiç girmez ki, bir gün olsun gelip beni kendiliğinden yakalasın! Hep ben onun peşinden koşarım. O nazlı bir ceylan edası içinde arada bir gözükür, kaşı ile gözü ile beni süzer ama tam ellerinden tutacağım anda yok olur gider.
* * *
Huzuru bazen bir kadının gözlerinin içinde bulurum. Bazı kadınlar bakışları ile şefkati çağrıştırırlar. Sanki "Sana yanlış öğretmişler, sevişmek şefkatin fiiliyata dökülmüş halidir" derler. Sanki huzur onların ruhunun içindedir, gözlerinin arkasından size gülücük yollar.
Huzur aynı zamanda bahar güneşi altına sere serpe yatıp derin bir uykuya dalmış kedinin mırıltı seslerindeki bestededir. Dikkatle suratlarına bakın, kediler de rüya görürler. Karnını adamakıllı doyurmuş, suyunu doyasıya içmiş, adamakıllı temizlenmiş bir kedi rüyasında huzur ile senli benli konuşur.
Alta alta üst üste yuvarlanan iki kedi yavrusu da huzuru yuvarlamaktadırlar. Özlediği sahibini nihayet gören köpeğe ne dersiniz? Orkestra şefinin çubuğu misali sallanan kuyruk, olduğu yerde havaya zıplamalar sadece ve sadece sahibini gördüğü için huzurla dans eden köpeği anlatır.
Dalgaların dövdüğü kayalar da dalgalar nihayet sustuğunda huzuru yakalar. Fırtınanın ardından parlamaya başlayan kayaların ıslak bedenleri huzurun içindeki garip heyecandır. Bunu bizzat gözleriyle gören dalgalar bir ara huzuru kaçırdıkları için o kadar utanırlar ki, kayaların dizinin dibinde onların ıslak ayaklarını yalamaya çalışırlar.
* * *
Üstüne rengárenk elbiseler giymeye başlayan tabiat her bahar kışın yitirdiği huzuru tekrar yakalar. Değişmez düzendir bu. Huzur sonbaharda huysuzlanmaya başlar, kışın ortasında yok olur, nevbaharda da nevhuzur olarak tekrar ortalık yere salınır. Tabiattaki her ağacı, her bitkiyi yeniden ve alabildiğine coşkulu renklerle giydirir, karşısına geçer keyifle seyreder.
Huzur yazın koynunuzda tembel uykusuna yatar.
Ben de her nevbaharda nevhuzur bana da uğrayacak mı, diye dertlere düşerim. İyice temizlenir, en iyi elbiselerimi giyer, en güzel kokuları sürer, sokağın başında huzuru beklemeye başlarım.
Onu çiçeğe bürünmüş ağaçta görürüm, büyüyen çimenlerde gözüme takılır. Aylak aylak sağa sola koşturan iki başıboş köpek de huzurdur, hatta onlardan sakınmak için ağacın dibine sinmiş kedi de huzuru köpekler köşeyi döndüğü anda yakalayacaktır.
* * *
Ancak huzur bana pek uğramaz. Hiç uğramaz dersem yalan olur. Uğramasına uğrar da çok kalmaz. Bir "an" her şeyi ama her şeyi unuturum, hiçbir şeyin hesabı umurumda olmaz, işte o "an" huzur suratımı şöyle bir yalar geçer.
Saçları bal kokan bir kadının yanağının yanağınıza iyice yaklaştığını düşünün, nefesini suratınızda hissediyorsunuz, kulak memenize kiraz dudakları ile şöyle bir dokunuyor, tam rahiyasını içinize çekmeye başlayacaksınız, kadın aniden yok oluyor.
Kadın var mıydı, yok muydu, zihniniz karışıyor. Yok idi ise o koku neydi, neden yanaklarınız kıpkırmızı oldu, neden burun delikleriniz büyüdü, neden nefesiniz sıklaştı? İyi de, var idi ise şimdi nerede? Nerede nefesi, kokusu? Sizi ne heyecanlandırdı? Ne mutlu etti?
Nevhuzur her nevbaharda bana uğrar, şöyle bir dokunur, sonra çeker gider!