NERİMAN benim karım. 56 yaşında. İlk konuştuğu dönemlerde adı sorulduğunda "Neno" dediği için küçük adı böyle yerleşmiş. Onu bu yaşında dahi "Neno" diye çağırırız.
Bugün Anneler Günü ve benim işim çok zor. Ben 21 yıldır Anneler Günü’nü "annesiz" geçiririm. Ben ne de olsa annesizliğe alışığım. Neno bu yıl ilk defa Anneler Günü’nü annesiz geçirecek. O henüz annesizliğe alışık değil.
Ben bugün ona nasıl davranmam, ne demem gerektiğini bilmiyorum.
* * *
O duygularını söylemez, konuşmaz. Biliyorum, bugün o bağrında ağır, taşıması çok zor bir taşla dolaşacak. Ben ona, o taşın hep orada duracağını, ama bir şizofreni gibi o taşla yaşamayı öğrenmesi gerektiğini nasıl anlatacağım!
Neno da bir anne. Ama, her anne aynı zamanda bir çocuktur. Her anne kendi annesini özler. O da özlüyor, burnunun direği sızlıyor. Biliyorum İstanbul’a sadece bir günlüğüne, Anneler Günü’nde, annesini mezarı başında ziyaret etmek için geldi. Sorsam kabul etmez. Yönetici edasını hiç terk etmez. Ama o da 56 yaşında, yurtdışında uluslararası bir şirketin başında, yine de bir anne kuzusudur. Ara sıra başını anasının omzuna yaslamak, hatta "ana-kız" çekişmek ister. Ancak, artık yapamaz. Yapamadığına üzüldüğünü de söyleyemez.
* * *
Bu yazı anası olmayan bir kişi tarafından yazılmıştır. Hatta artık karısının da anası olmayan bir kişi. Yazarın hiçbir anneye yaranma derdi yoktur.
Ama yazarın bir derdi vardır.
Analar unutulmaz!
Yazar erkektir, babası da yoktur ve ileride kendi başına ne geleceğini de bilmektedir. Babalar da unutulmaz. Ama analar bir başka unutulmaz.
Yazar "Babalar Günü"nde babası ile ilgili bir yazı yazmayı akıl etmez ama her "Anneler Günü"nde illa ki anasıyla ilgili bir yazı yazar.
* * *
Bu yıl Anneler Günü’nde ise yazarın ilave bir derdi vardır. Anasızlığı bilen bir kişi olarak anasızlığa henüz yeni alışan birine "Anneler Günü" ile baş etmeyi nasıl anlatacaktır, yazar işte bunu bilmemektedir. Yazar bu işin içinden nasıl çıkacağı derdindedir.
Muhatap kan kussa "kızılcık şerbeti içtim" diyecek karakterde olduğu için anlatamayacağı bir duyguyu yazmayı tercih etmiştir.
* * *
Sevgili Neno;
Annenin son yıllarını hep birlikte geçirdiğimiz için annenle sağlığında ne kadar mesafeli durduğunu bizzat biliyorum.
Nerede ise benim gözüm önünde hiç kucaklaşmadığınızı, birbirinize hiç öpücük yollamadığınızı da biliyorum.
Ama bir yıl önce bir Anneler Günü ardından o meşum telefon geldiğinde, bana dönüp "Cüneyt annem ölmüş!" dediğinde suratında yıllar ama yıllar sonra ilk kez gördüğüm o mahzun, o bitik, o kırık ifadeyi ömür boyu unutmayacağım.
O anki ifaden anasını yitirmiş 10 yaşında, 15 yaşında bir çocuktan hiç farklı değildi.
Karşımda şaşkın, çaresiz, inkár etmek isteyen, kabullenemeyen, ateş bağrına yavaş yavaş düşen bir insanın surat ifadesi vardı.
Yangın yavaş yavaş başlıyordu. Yaran yavaş yavaş azıyordu.
Sen bu duygularla nasıl baş edeceğini hiç bilmiyordun.
* * *
Sevgili Neno; meramım basit: Bil ki yangın belki küllenecek ama hiç sönmeyecek, yaran belki küçülecek ama hiç kapanmayacak!