YARGITAY Başsavcısı’nın, AKP ile ilgili kapatma davası açılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının ardından ülke yine karpuz gibi ortadan ikiye bölündü.
Taraflar birbirlerine veryansın ediyorlar, hatta haberlerde tahrifat yapmak, yorumlarda söylenen sözleri değiştirmek, rakamları abartmak, açıkça yalan söylemek mubah sayılıyor.
* * *
Benim konuyla ilgili görüşlerim açık:
1) Bu ülkede parti kapatmak bugüne dek ülke hayrına hiçbir sonuç yaratmadı.
2) Siyasi açıdan AKP’nin kapatılması da ülke için hayırlı bir sonuç getirmeyecektir. Mahkeme süreci, siyasi sonuçları dışında yaratacağı ilave kaos ile zaten bir krizin eşiğinde olan dünya ekonomisinin ülkeyi daha da beter vurmasına neden olabilir.
3) Ancak parti kapatmak, hukuk devletinin, denetleme ve dengeleme prensibi çerçevesinde, vazgeçilmez şartlarından birisidir. Yapılması gereken iş, Türkiye’ye uygun bir parti kapatma hukuku hazırlamaktır.
4) Öte yanda, parti kapatmayla ilgili yeni düzenlemelerin yapılması için gün "bugün" değildir. AKP’nin taş başına düştükten sonra böyle bir düzenlemeyi sırf kendi paçasını kurtaracak şekilde yapmaya kalkması demokrasiyi ayaklar altına alır, rejimi keyfi bir dikta rejimi haline getirir.
5) AKP benim indimde:
i) 2005’ten beri demokrasiyi sadece kendine yontan bir parti haline gelmiştir. Başbakan son dönem söylemleri ile demokrasiden sadece kendi taraftarlarının hakkını korumayı (örn. türban) anlamaktadır.
ii) Hükümet çok tehlikeli boyutlarda kadrolaşma hareketine girişmiştir.
iii) Hükümetin "şeriat devleti" projesi yoktur ama tabanını yönlendiren Milli Görüş’ün talepleri çerçevesinde koyu bir "muhafazakárlaştırma projesi" vardır.
iv) Başbakan açıkça millet arasında ayrışım ve dışlama yapmaktadır. Milleti "gerçek Müslüman olanlar" ve "gerçek Müslüman olmayanlar" olarak ikiye bölmektedir.
v) 83 yaşında bir insanın yatağından alınması "intikam alma" duygusu yaratmaktadır.
vi) Benim bu eleştirilerimin hiçbiri AKP’nin kapatılmasını gerekli kılmaz.
* * *
Ayrıca, TSK hakkında nasıl eleştirel yazılar yazdığımı da bu köşeyi okuyanlar bilir. En son kara harekátının erken bitirilmesiyle ilgili yazdıklarım arşivlerdedir.
Hal böyle iken, yazdıklarım arasında işlerine gelmeyenleri cımbızla ayıklayıp beni Aydın Doğan’dan ve Ertuğrul Özkök’ten emir almakla, emirler karşılığı da büyük maddi çıkarlar elde etmekle suçlayan mektuplar geliyor. Mektuplarda Sabah, Zaman, Yeni Şafak ve Star gazetelerinde yazan ve benim "hükümet yalakaları" olarak nitelendirdiğim bazı "liberal demokrat" arkadaşların hükümeti canla başla savunurken nasıl bir demokrasi ve fazilet mücadelesi verdikleri belirtiliyor. "Maddi çıkar" kavramı karşısında çok hassas bir kişi olarak ben de kamuoyunun dikkatine sunuyorum:
1) Bu "liberal arkadaşların" bazılarının bu gazetelere bağlı TV’lerde yaptıkları programlarda beher ay, benim rüyamda görsem inanamayacağım bir rakam olan, 20-25.000 YTL aldıkları biliniyor mu?
2) Bazıları nasıl oluyor da 2-3 kanalda birden program yapıyor?
3) Bazılarının özel işlerinde Başbakan’ı aracı yaptığı da biliniyor mu?
4) Nasıl oluyor da bazıları hangi gazetecilerin gözaltına alınacağını önden biliyor?
* * *
Ben çok ağır 28 Şubat eleştirileri yaptığım dönemde de aynı gazetede, aynı patron ve aynı yönetmenle çalışıyor, bugün aldığım maaşın o günkü karşılığını alıyordum.
AKP döneminde bazı gazetecilere Cenab-ı Allah "yürü ya kulum!" demedi mi?