ON gündür Türkiye geriliyor. İrtica, PKK, ateşkes, af, laiklik kavramları havada uçuşuyor. Komutanlar, Cumhurbaşkanı ellerine geçen her ortamda hükümete veryansın ediyorlar. Başbakan da "dış destek" arayışlarını aklınca lehine değerlendirmek istiyor.
Kavga var, ama kavga "irtica" kavgası değil!
"11. Cumhurbaşkanı kim olacak?" sorusuna aranan cevap şimdilik "taciz ateşleri" seviyesinde cereyan ediyor. Korkarım karşılıklı ateşlemeler giderek hedef gözetmeye başlayacak. Kavga, "bu ülkeyi kim yönetecek?" kavgasıdır ve zorlu bir kavgadır.
* * *
1) Bir tarafta "artık sıra bize geldi" diyen, "sosyolojik itilmiş ile ekonomik kakılmışlığı" temsil ettiğini iddia eden taraf; demokratik haklarını ve teamülleri, lehine olan tüm hukuki çerçeveyi kullanarak "istediği kişiyi" Cumhurbaşkanı seçmek istiyor.
Bu kişinin de partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan olması eşyanın tabiatı gereği!
2) Diğer taraf da; Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile sorunları olduğuna inandığı öbür tarafın, 1950’den beri başlayan süreçte adım adım ilerlediğini ve nihayet Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirerek "3’lü kararnameyi" tamamen denetimi altına alacağını düşünmektedir. Onlara göre bugün itibarıyla hükümete dizgin vuran tek makam Cumhurbaşkanlığı’dır ve bu makam da "karşı tarafa" kaptırılırsa, devlet başka bir "rejim arayışı" taraftarlarının eline geçecektir.
"3’lü kararname" AKP’ye istediğini, istediği yere atama hakkı verecektir ve bu hakkı iğfal edecekleri zaten şimdiden yaptıkları "atama denemeleri" ile belli olmuştur.
* * *
Kavganın en hassas noktası da, iki tarafın tabanda neredeyse eşit ve güçlü bir taraftar kitlesi bulmasıdır. Ancak, bugüne dek bir taraf siyasi parti seçiminde bölünmüşlük görüntüsü verirken, diğer taraf siyasi tercihini kullanırken yekpare hareket edebilmektedir.
Mesele "irticanın miktarı"nın ölçülmesinde yaşanan anlaşmazlık değil, bir yanda AKP ve tabanının bulunduğu, diğer yanda siyaset dışı kurumların (TSK, Cumhurbaşkanlığı) da aktif rol aldığı, ancak onun da eşit ağırlıkta tabana sahip olduğu bir "güç kavgasıdır"!
Mücadele henüz bu netlikte ortalık yere dökülmediği için taciz atışları dolaylı hedeflere yönelmekte ve sık sık da çelişki yaratmakta, hedef şaşırtmakta, kalite kaybetmektedir.
Genelkurmay Başkanı’nın aynı konuşma içinde hem "her türlü görüşün sorgulanması" gerektiğini savunması, hem de "Atatürkçülüğü sorgulayanları" itham etmesi, alt tarafı bir STK’ya ait olan (TESEV) bir adet raporu yerden yere vurması, hem AB yandaşı olduğunu söyleyip hem de AB’nin art niyetli davrandığını ifade etmesi beni çok şaşırttı.
Ama beteri; başka bir komutanın, nereden akıl ettiyse, TSK’nın "uluslararası sermaye"ye karşı olduğunu beyan ederek, TSK’yı Koç, Sabancı vb. holdingler, Türkiye’de faaliyet gösteren Ford, IBM, Citibank, hatta bir TSK vakfının (OYAK) ortak olduğu Renault ve nice benzer uluslararası işletmeyle karşıt ilan etmesi, AB’ye hayatiyet veren ruhun uluslararası sermaye hareketleri olduğunu görememesi, aklın kabul edeceği bir olgu değildir.
Aynı şekilde "bak bizimkine ABD destek verdi!" diyebilmek uğruna yandaşlık ile yağdanlık duygularının birbirine karıştığı, "Ancak Stratejik Ortaklar Böyle Konuşur" (Yeni Şafak-makale-03.10.06) veya "Özal’ı Solladı" (Star-manşet-04.10.06) ifadeleri gerçeği tahrif ettiği gibi bir de komik kaçmaktadır.
* * *
Kavgalarda; hırs aklın yerine geçtiğinde önce komediler başlar, sonra trajik komediler ortaya çıkar, en sonunda da sıra tragedyalara gelir!