Kapatma davasının önü, arkası (II)

28 Şubat sürecinden beri en önemli dönemeç olarak gördüğüm AKP’nin "kapatılma davası" ile ilgili yazmaya bugün ve yarın devam edeceğim.

Dün dünyanın hiçbir ülkesinde statükonun kendi çizdiği çizgi dışına çıkılmasına kolay kolay müsaade etmediğini, Türkiye’de ise statükonun beter tutucu olduğunu vurguladım.

Buna karşılık statükoya karşı politika yapanların muhakkak bir "stratejisi" olması gerektiğini söyledim.

"Anti-statüko iddiası" ile iktidara gelen AKP’nin ise bugüne dek statükoya karşı tutarlı bir politika izle(ye)mediğini dile getirdim. AKP geçen 6 yılda:

1) Káh kendini statükoya kabul ettirme (301’i savsaklama) süreci yaşadı, 2) káh kendi değiştirici programını (AB üyeliği) uygularmış gibi yaptı, 3) káh statükoya (Şemdinli süreci) tamamen teslim oldu, 4) káh halk hareketi yapıyormuş gibi (muhafazakárlaştırma projesi) havalara girdi.

* * *

Kapatma davasına ön ayak olan bir başka hususu bugün irdeleyeceğim.

O da AKP’ye bizzat hayatiyet veren Recep Tayyip Erdoğan’ın lider olarak benimsediği tutumdur.

Liderlik dehasından, hatip olarak üstünlüğünden, halk indinde müthiş karizmasından zerre kadar şüphe duyamayacağımız Recep Tayyip Erdoğan, öte yanda, sanırım aldığı imam-hatip eğitiminin şekillendirdiği düşünce haritası ile dünyayı ak-kara ikileminde görmekten kendini alamıyor.

Tebliğ üzerine kurulu bilgilendirme metodolojisinde "şüphe etmeye" olanak olmadığı için o da kendi bilgilerini katiyen sorgulamıyor.

Karşı tarafın da bir "doğrusu" olabileceği ise hemen hiç aklına gelmiyor. Zira karşı tarafın doğrusunun kendi doğrusunu yıkacağından korkuyor. Aldığı eğitim birden fazla "doğru" olabileceğini kabul etmiyor.

Bunun içindir ki kendi düşünce haritaları hor görülmüş ama kendileri de sahip oldukları düşünce haritalarını sorgulamayan insanların hoşgörüden uzak, sert mizacı ile ortaya çıkıyor.

* * *

Öte yanda her ne kadar belediye başkanlığı sırasında sayısız "somut projeye" imza atsa da Erdoğan’ın zihin haritası "soyut projeler" inşa etmiyor.

Örneğin, partisinin muhafazakár demokrat olduğunu iddia etse dahi, muhafazakár demokratlığın tarifi için hemen hiç zihin yormadı. Bugün zihinlerde böyle bir tarif yoktur.

Ben Erdoğan’ın şeriatçı olduğunu katiyen düşünmüyorum. O bir pragmatist. Kullandığı düşünce metodolojisi din kurallarının dünyevi olanı da izah ettiği prensibine dayanıyor ama şeriatın pratikte uygulanabilir olmadığının o da farkında.

Sadece bir pragmatist olduğu ve proje üretemediği için de devamlı zikzaklar çiziyor.

Sanırım, AKP’nin en büyük sıkıntısı da burada.

Liderlik yeteneği sorgulanamaz genel başkanın başbakan sıfatı ile ne gün ne fikir ileri süreceğini kimse tahmin edemiyor.

Proje geleneğinden gelmediği için Erdoğan, üzerinde çalışılmış fikirler beyan etmek yerine aklına/işine geleni söylemeyi tercih ediyor. Pragmatik zekásının onu hep son anda kurtaracağını düşünüyor.

Türbanın siyasi simge olabileceğine dair söylemi, MHP’nin topa girişi ile üzerinde hiç çalışmadan ortaya attığı "türbana özgürlük" çalışması, hatta 3 yıl rafa kaldırdıktan sonra şimdi işine öyle geldiği için değiştireceğini ilan ettiği 301 meselesi ne kendisinin ne de partisinin üzerinde zerre kadar ev ödevi yapmadığı projeler/tasavvurlardır.

Başını belaya sokan da bizzat bu pervasızlıktır! Zira, pervasızlık Erdoğan’ın şahsen "tahmin edilebilirlik" katsayısını çok küçültmüştür. (Yarın son.)
Yazarın Tüm Yazıları