SABAH Gazetesi’nde geçen pazar günü yayınlanan "İmam Hatip Olmasaydı Afganistan’a Dönerdik" başlıklı haberde Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu’nun bazı sözleri, hükümetten beklediklerimi benden daha iyi anlattığı için beni çok mutlu etti.
Şerif Mardin’in ortaya attığı "mahalle baskısı" kavramı, ülkenin 22 Temmuz sonrası içine sürüklenebileceği sosyal/politik girdabı herkesin kafasında sembolleştirerek bir anlam kümesi yarattığı için çok ilgi çekti. Kavramı benimseyenler de, kavrama sinirlenenler de "mahalle baskısı" hakkında bir şeyler söylemeye çalıştılar.
* * *
Hükümet sözcülüğüne soyunan bazı köşe yazarları arasında iki tür akıl yürütme, benim gülümsememe vesile oldu.
Nazlı Ilıcak (Sabah) laiklik hassasiyeti yüksek olduğu anlaşılan mahallesinde yaşadığı baskılardan dem vurarak "ama sizin mahallede de baskı var!" mealli bir yazı yazıp "iki yanlış bir doğruyu götürür" türü bir akıl yürüttü.
Çok sevdiği hocası Şerif Mardin’den her fırsatta dem vuran Emre Aköz (Sabah)ise hocası ile iktidar arasında kalınca kendini iki arada bir derede hissetti ve sonunda Türkiye üzerine yapılan sosyoloji çalışmalarındabir ilk yaratarak Türkiye’demahalle kalmadığını ilan etti! Merkezde mahalle kültürü kalmadığına göre; artık taşrayı da, varoşları da, hatta Anadolu’yu büyük şehre taşıyan kenar semtleri de yok saymak zorunda idik.
Türkiye mahallesizleşmişti, artık olmayan bir şeyin etkisi de olamayacağına göre "mahalle baskısı" da söz konusu olamazdı!
* * *
Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Dengir Mir Mehmet Fırat gibi siyasiler ise siyasetçilerin her zaman yaptığını yaptılar ve "işimize gelmeyeni yok sayarız" mantığıyla hareket ederek "mahalle baskısı yoktur; stop" dediler ve işin içinden sıyrıldılar.
Beğenmeyenlerin yokluğunu ispat etmeye uğraştığı, beğenenlerin de abartarak var etmeye çalıştığı "mahalle baskısı" ile ilgili tartışmalara en anlamlı yaklaşım ise bilim adamlığı sıfatınıhálá siyasi sıfatı önünde tutabilen Said Yazıcıoğlu’ndan geldi.
Sabah Gazetesi’ne göre:
"BakanYazıcıoğlu, son dönemin moda deyimiyle, türban serbest bırakılırsa, başı açık öğrencilere ’mahalle baskısı’ olacağı iddiaları için çuvaldızı biraz da kendilerine batırıyor:
’Sokaklara bakın. Başı açıkla kapalı kol kola gezebiliyor. Bunu soruna dönüştürmenin anlamı yok. Ama böyle bir endişe varsa ki var, toplumun bir kesiminde var, o endişeyi ortadan kaldırmak bizim görevimiz. Ben şahsen böyle olumsuz bir durumun yaşanacağı kanaatinde değilim.’
Türkiye ile Malezya’nın karşılaştırılmasını yanlış bulan Yazıcıoğlu, ’Ilımlı İslam’ tanımlamasına da, ’Ilımlı İslam diye bir şey yok. İslam İslam’dır. Böyle bir proje ben tanımıyorum’ diyerek karşı çıkıyor." (23.09.07)
* * *
Benim indimde işine gelmeyeni yok saymak adamı siyasetçi, katılmasa dahi "diğerlerinin" duygularını dikkate almak da adamı devlet adamı yapıyor.
Yazıcıoğlu’nun şu sözleri çok ama çok önemli:
"...Ama böyle bir endişe varsa ki var, toplumun bir kesiminde var, o endişeyi ortadan kaldırmak bizim görevimiz..."
Keşke bu sözleri daha önce Cumhurbaşkanı veya Başbakan söyleyebilseydi!