PROF. Dr. Hayrettin Karaman “İslam hukuku” alanında en önemli otoritelerden birisidir. İnancı hazmetmiş insanların adabı içinde en sert tartışmaları bile muazzam bir hoşgörü içinde yapar.
Dünyevi görüşlerinin bir kısmına katılmasam da kendisi ile sohbetten büyük keyif alırım. Karaman Hoca 9 Ocak 2011 tarihinde Yeni Şafak’ta bir makale yayınladı: “Sekülerleşme ve Yozlaşma”. Ertesi gün Mehmet Y. Yılmaz da bu önemli makale ile ilgili bazı görüşlerini nakletti. (Hürriyet-10 Ocak 2011). Ben bugün Karaman Hoca’nın yazısından çok önemli gördüğüm bir alıntı yapacağım: * * * “Dini yorumlayanlar laik ve liberal demokrasi ile İslam’ın bir arada nasıl olabileceğine kafa yoruyorlar ve bunların bir kısmı: ‘Bu ikisi arasında uyuşma ve uzlaşma olmaz, bunlardan biri varsa diğeri -en azından tam uygulama bakımından- yoktur, İslam’ın değişmezlerini değiştirmeden onu, liberal laik demokrasiye uydurmak mümkün olmaz, bu sebeple eğer böyle bir düzende yaşamak mecburiyeti varsa müminler, inanç ve telakkilerini muhafaza ederler, uygulamayı ise imkân dahilinde yaparlar’ derler. Ben de böyle diyenlerden biriyim. Diğer bir grup (İslam modernistleri) ise ‘İslam iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir, diğer alanlarda dinin kuralları (Kuran ve Sünnet’in açıklamaları) sürekli ve bağlayıcı değildir; siyasi, hukuki, içtimai, iktisadi, medeni... alanlarda müminler çağın gereklerine (liberal laik demokrasinin kurallarına) uyarlar ve buna İslam engel değildir’ diyorlar.” * * * Hoca açıkça laikliği ve liberal demokrasiyi İslam ile uzlaşmaz buluyor ama liberal demokrasi ile İslam’ın uzlaşabileceğini düşünen İslam modernistleri olduğunu da vurguluyor. Bir bilim adamının istediği gibi düşünme hakkını savunmak liberal demokrasinin temel taşlarından birisidir. Zira demokrasilerde demokrat olmayanlara da yer vardır. Benim aklıma esasen iki soru takıldı: 1) Anayasa değişikliğine % 58 ile evet oyu verenler İslam ile demokrasinin uyuştuğuna mı (modernist görüş), yoksa uyuşmadığına mı (klasik görüş) inanıyorlar? 2) Onların oyları ile iktidara gelen AKP yöneticilerinin etkin olanları hangi cephede duruyor? * * * Meramımı basit iki örnekle anlatmak isterim: 1) Kanuni Sultan Süleyman’ı ilk bölümünde “içki içen, şehvete düşkün” bir kişi olarak gösterdiğine kanaat getirerek, bir dizi filmin ardını arkasını beklemeden diziyi daha ilk bölümünde yerle bir eden nümayişçiler muhtemelen referandumda “daha fazla demokrasi” beklentisi ile “evet” oyu kullandılar. Anladığım kadarı ile onlara göre Kanuni; Harem’de Harvard eğitimi veren, aseksüel, sabah akşam memleket meselesi düşünen, çiftleşmeden çoğalan insanüstü bir yaratık idi. Bunun için; diziyi çekenlerin değil ama dizinin katli vaciptir. (Galiba Bülent Arınç da aynı görüşte.) Çok büyük ihtimalle “ileri demokrasi” isteyen kesimin içinden gelen bu nümayişçiler İslam’ın demokrasi ile geçinip gidebileceğini mi düşünüyorlar, yoksa sadece kendilerine mi demokratlar? * * * 2) Dışişleri Bakanı Erzurum’da verdiği yemekte 150 küsur büyükelçiye “talimatla” kravat çıkarttırmış, göbek attırmış. Büyükelçiler çok eğlenmişler. Masalarda önce alkollü içecek yokmuş, bazı büyükelçiler talep edince dışarıdan rakı getirtilmiş. Aklıma takıldı, ev sahibi sıfatı ile, kendi inancı paralelinde başkalarının alkol içme hakkını kısıtlayan Davutoğlu liberal-demokrasi ile İslam’ın uyuşacağını mı düşünüyor, yoksa tersini mi? Ben şüpheliyim. Ancak, hakkını da yemeyelim; sonradan ortaya çıkan rakı talebini de reddetmeyen Bakan acaba “klasik İslam” anlayışı ile başladığı geceye “İslam modernistleri” anlayış ile mi devam etti? * * * Hayrettin Karaman’ın yaptığı ayrım bugünkü Türkiye için hayati önemdedir. Yarın devam edeceğim.