HÜRRİYET Gazetesi’nin İnsan Kaynakları Eki’ndeki yazılarıma ilk önce teknik yazılar yazarak başladım. Bir gün bu yazılardan sıkıldım ve duyguları yazmaya başladım. Okurlar olağanüstü ilgi gösterdiler. Bazen bana yazdıkları mektuplar birer makale değerinde oluyordu. Başta aşk, sevgi olmak üzere üzüntü, sevinç, hüzün, utanmak, sıkılmak vb. gibi duygu kelimesi etrafında aklınıza ne geliyorsa bunların bir gazetede işlenmesi, tartışılması insanların muazzam ilgisini çekti. Bazen insanlar beni yolda durdurup insana dair yazdığım bir yazıyı tartışmaya açıyorlardı. İK’da yazdıklarımı kitaplaştırmamı isteyen bir sürü talep geldi.
Ancak gazete İnsan Kaynakları Eki’ni küçültmeye karar verdi ve ben o köşeyi kaybettim. Bu durumu da geçen hafta İK Eki’nde ilan ettim. Bu sefer de çok sayıda tepki aldım. Bilgisayarım devam etmemi isteyen mektuplarla doldu.
Devam edeceğim. Zira, her şeyden evvel ben o yazılardan uzak kalamam. Ben de "insana dair" yazarken çok keyif alıyor, zaman zaman da kendimi yazdıklarıma o kadar kaptırıyorum ki, o anda yazdığım duyguyu aynen yaşıyorum.
Yazarken ben de seviniyor, hüzünleniyor, hatta bazen ağlıyorum.
Bundan böyle ana gazetede, pazar günü yayınlanan yazılarımı insana dair konulara ayıracağım. İsteyenler beni buradan takip edebilirler.
* * *
Bu haftaki ilk yazım ekonomik kriz ile ilgili ama yine insana dair!
Yaşanan krizler her tür meslekten insanı vuruyor. İşadamı da, müteşebbis de, serbest çalışan da, esnaf da krizden etkileniyor.
Ancak, en kötü tokadı köylü ve sabit ücretli yiyor.
Beni ise en çok genç insanlarımızın işsiz kalması etkiliyor. Zira onlar daha hayatlarının başında sadece ekmeklerini kaybetmiyorlar, aynı zamanda hayata dair umutlarını da tüketiyorlar.
Bu da yetmiyor, özgüvenlerini de yitiriyorlar.
İşsiz kalan genç, bir süre sonra sanki ortada bir kabahat varmış gibi kabahati kendisinde aramaya başlar. "Neden ben?" sorusu zihnini değil kurcalamak, sürekli didikler.
Bu da yetmez, sanki bir suç işlemiş gibi çevreden utanır, sıkılır.
"Hálá mı bir iş bulamadın?" sorusuna muhatap olmamak için insanlardan kaçmaya başlar.
Sonunda da yalnızlaşır!
* * *
Ancak, çok az ülkeye, çok az millete nasip olduğu şekilde bizde doğal bir işsizlik sigortası kurumu var: Aile!
Sizden hiç prim toplamıyor, başvurusu, bürokrasisi yok, işsiz kaldığınızda anında devreye giriyor, etkisini anında gösteriyor.
2001 yılında yaşanan krizde hatırlıyorum, gençler işsiz kaldığında evlere ailelerden erzak yağmaya başladı. Bu da yetmedi; ya kız tarafı ya da oğlan tarafı, artık kimin durumu daha müsaitse, genç işsizleri evlerine aldılar, onlarla aşlarını paylaştılar, onları kira, yakacak, elektrik, su gideri gibi giderlerden kurtardılar.
Çok daha önemlisi, çocuklarını yalnız bırakmadılar, baba ocağında, ana kucağında bağırlarına bastılar. Moral hocası, dert ortağı oldular.
En önemlisi, "Oğlum, kızım biz seni olduğun gibi kabul ediyoruz" mesajı vererek özgüvenlerini pekiştirdiler, "Nasılsa bir iş bulursun" mesajları ile umut aşıladılar.
* * *
Türkiye’de aile kurumunun nasıl bir nimet olduğunu ancak Batı’yı tanırsanız en doğru takdir edersiniz. Batı’da işsiz kalan gençlerin nasıl bir yalnızlığa itildiğini görünce ananıza, babanıza, kardeşinize, bacınıza daha başka bir sarılasınız gelir!
Bu ülkede çok şey değişmelidir, ama ne olur aile kurumunu olduğu gibi yaşatalım!