İnsan hukukun da, bilimin de üstüne çıkarsa ne olur?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
20. yüzyılın son çeyreğinde kabul ettik ki; insanlık düşünce, ideoloji, inanç, kültür değerleri, örf ve ádetler alanında farklılıklar gösterebilir. Hatta insanların terbiye anlayışları dahi farklı olabilir. Ancak, 20. yüzyılda bir arada yaşayabilmek için iki konuda aynı kurala bağlı kalmayı da insanlık kabul etti:
Düşüncen, ideolojin, inancın, değerlerin, örf ve ádetin ve dahi rütben ne olursa olsun: i) hukukun ve ii) bilimin üstünlüğüne saygı duymak zorundasın.
* * *
Yukarıdaki kriterlere bakılınca Recep Tayyip Erdoğan’ın değil Cumhurbaşkanı adayı olması, 21. yüzyıl vatandaşı olma iddiası dahi beni rahatsız ediyor.
Demokratik teamüller açısından adaylığına hiçbir itirazım yok, hatta hanımefendisi üzerinden kendisine muhalefet yapılması bana çok ters geliyor; ama benim gönlüm, 20. yüzyılın 21. yüzyıla miras bıraktığı üzere, Cumhurbaşkanı’nın hukukun ve bilimin üstünlüğüne hepimizin fevkinde saygı göstermesini istiyor.
Bu kriterler çerçevesinde ben, Recep Tayyip Erdoğan’ı o makama layık görmüyorum.
* * *
Başbakan’ın zihni her karıştığında veya fikrini savunurken çoğu kez olduğu gibi çaresiz kaldığında karşısındakine hakaret etmesini, onun terbiye ve entelektüel birikim seviyelerine veriyorum ve "Ne yapalım, onun da çapı bu!" diyerek avunmaya çalışıyorum.
Ama Başbakan, hukuka ve bilime saygısızlık ettiğinde basbayağı sinirleniyorum. Beni çeşitli gafları arasında iki sözü beter yaralıyor:
1) Başbakan’ın emri çerçevesinde bilimsel aşırmacı (intihalci) Müsteşarı Ömer Dinçer, bir hukuk heyeti kurdu ve savunma layihası hazırlattı. Leyla Şahin bu layihayı cebine koydu vetürban nedeniyle okuldan atılması itirazını (ben kendisini haklı görüyordum) AİHM’ye taşıdı. Ancak, alt mahkemede de, üst mahkemede de davasını kaybetti.
Leyla Şahin, davasını kaybettikten sonra Başbakan; "Bu konuda karar vermek AİHM’nin değil, ulemanın işidir!" deyiverdi.
İşte o gün Başbakan’ın beyninin ardındaki hukuk anlayışı ortalık yerlere döküldü.
* * *
2) Geçenlerde İsmailağa Cemaati’nin camisinde hunharca bir cinayet işlendi, ardından katil linç edildi. Ben o günlerde yazdığım yazıda İstanbul Valisi’nin, Emniyet Müdürü’nün ve Fatih Müftüsü’nün linç eylemini örtbas etmeye yeltendiklerine dair kaygımı dile getirdim. İstanbul Valisi Muammer Güler telefon ederek, kendisine haksızlık ettiğimi söyledi ve sitem etti. Tam ben onun sitemini okura nakletmeye yelteniyordum, Başbakan öyle bir söz sarf etti ki, beynim yerinden fırladı.
Ben tarikat ve cemaatlerin kanunlar çerçevesinde denetlenerek özgür bırakılması gerektiğine inanan bir insanım. Bu görüşümü teyit eden çeşitli yazılarım arşivlerde yer alır.
Ancak, lincin de aynen cinayet gibi bir suç olduğunu ve hukuken cezalandırılması gerektiğini biliyorum ve bu durumu örtbas etmeye kalkan yetkilileri, belki aralarında bazılarına haksızlık dahi ederek, uyarmayı da kendime görev sayıyorum.
Katilin kendi ölümünün linç sonucu olduğuna ise ben de tıpkı sizler gibi, Adli Tıp Raporusonucu hükmetmiştim.
Zira bilime saygı bunu gerektirir. Ancak Başbakan durdu durdu ve tüm bilimsel bulgulara rağmen "linç olup olmadığı belli değil" deyiverdi.Belli ki, yanındaki kör cahil danışmanlardan birisinin sözlerine itibar ediyordu.
O saat ben Başbakan’ın beyin haritasında bilimin zerre kadar izi olmadığına hükmettim.
Başka bir özelliğine itirazım yok; ama hem hukuka hem bilime saygısız bir Cumhurbaşkanı adayına itiraz ediyorum.