BU terim beni hem çileden çıkarıyor, hem de Batı’da Türkiye için kullanıldığında ürkütüyor. Terimi duyunca çileden çıkıyorum, zira terimin hiçbir anlamı yok; ürküyorum zira terim Türkiye’ye hedeflerini değiştirmesini teklif ediyor.
Son dönemde Türkiye hakkında Batı’da yapılan gözlemlere en doğru cevabı Milliyet Gazetesi’nde Kadri Gürsel verdi (02.09.07- "İslam ve Demokrasi: Gereksiz Bir Tartışma").
Ilımlı İslam veya Müslüman demokrasi terimleri anlamsız terimlerdir, zira her şeyden önce tebliğ yöntemiyle öğretisini yayan dinlerin demokrat olmasına ne imkán ne de gerek vardır. Bu durum sadece yüce dinimiz için değil Hıristiyanlık ve Musevilik için de geçerlidir. Bir dinin önüne "ılımlı" sıfatını eklemek ise en hafif tabirle o dine hakarettir. Tüm dinler kendi içinde bir bütündür ve öğretisine ne kadar uyulacağı sadece kul ile Allah arasında bir meseledir. Teröre başvuran bazı Müslümanların İslam’ı siyasileştirme gayretlerinin peşine takılıp onun panzehiri olarak ılımlı İslam’ı önermek, İslam’a en az köktendinciler kadar kötülük etmektir.
* * *
Batı’da gelişen Hıristiyan demokrat terimi, Batı’nın kendi tarihi gelişimi içinde ortaya çıkmış bir terimdir ve bugün itibarıyla bu ismi taşıyan partilerin programlarında demokrasi ile Hıristiyanlığı mecz etmek uğruna sarf edilmiş tek satıra rast gelemezsiniz. Batı’da Hıristiyanlığı içine bir miktar demokrasi katarak ılımlılaştırma gayreti içine giren aklı başında bir tek politikacı da bulamazsınız. Muhafazakár demokrasi terimi de aynı seviyede boş bir uydurmacadır. Bir parti hem demokrat hem muhafazakár olabilir ama her ikisinin ortak alanını kendi tekeline alamaz. Bugün CHP’nin bir sürü yönüyle muhafazakár olmadığını veya hiç demokrat öneriler taşımadığını kim söyleyebilir?
* * *
Esas soru, İslam’ın ne kadar demokrasiye uyacağı değil, Müslümanların demokrasiyi ne kadar benimseyeceğidir.
Bu açıdan bakılınca haklı merak konusu; büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin bireyi ön plana alan liberal değerleriyle yoğrulmuş, sosyal çözümleri de dışlamayan demokrasiyi ne seviyede benimseyebileceğidir.
Soru ilginçtir; zira Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerin hemen hepsinde ne liberal, ne sosyal, ne de demokrat değerler önemsenmektedir.
* * *
Bu açıdan bakınca hem Cumhurbaşkanı’nın hem de hükümetin ana görevi, Türkiye’de liberal/sosyal demokrasiyi güçlendirmektir. Yöneticilerin ne kadar dindar oldukları kimseyi ilgilendirmez, bu mesele sadece Allah ile kendi aralarında bir meseledir.
* * *
Seçim öncesi CHP, TSK ve Anayasa Mahkemesi’nin demokrasiyi sarsanönerilerinden ürküp demokrasi adına AKP’ye sahip çıkan yerli ve yabancı kişilere bir uyarım var:
Ötekilerin demokrasiyi sarsan tavırları, AKP’yi kendiliğinden demokrat yapmaz!
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasıyla, kendilerini devlet tarafından dışlanmış veya kendilerine belirli bir hayat, hatta ibadet tarzı dayatılmış bir kitlenin artık devletle mecz olmaları için kapılar şimdi iyice açılmıştır ama bu gücü bu kitlenin nasıl kullanacağı şu anda soru işaretidir.
Ben Milli Görüş kökenli yerel siyasilerin, kendi hayat tarzlarını artan hızla dayattıklarını gözlemliyorum.
Benim açımdan yeni dönemde AKP yönetimi ve cumhurbaşkanının, daha önce ezildiğine inanan kitlelerin bireysel haklarına sahip çıkmakla yetinip yetinmeyecekleri çok ama çok önemlidir.
Bakalım Ankara’ya dahi ulaşan dayatmalara kim engel olacak?