TÜRKİYE’de insanları şablonlar yaratarak yönetmek en kolay ve en etkin yöntem. Sağcı-solcu, Sünni-Alevi, Türk-Kürt, vb.
Ben beni bildiğimden beri bir türlü "birey" (şahsiyet) olamayan Türk insanı bir gruba/takıma/cemaate ait olmaya bayılır. Tutulan futbol takımı, ait olunan köy/bölge/aşiret, tutulan parti, Türk insanına sadece futbol izleme keyfi, kültürel zenginlik veya siyasi tercih yapma olanağı vermez, aidiyet duygusu da verir.
Hatta, daha önemlisi insanı kimlik sahibi kılar!
Onu fotokopi makinesinde sözüm ona şahıs yapar!
Türk insanı şahsiyet (birey) olmaya o kadar uzak ki, beğenmediği köşe yazarının yanlışını katiyen onun şahsında aramaz. Örneğin, onu cahil olmakla veya gerçeği saptırmakla suçlamaz, "CIA ajanı", "iktidar yalakası", "ajan provokatör" olarak ait olduğunu var saydığı bir grup tarafından yönlendirilmekle suçlar. Zira kafası şablonlarla çalışır.
Ülkenin Başbakan’ı dahi, normal yurdum insanı olarak, bir köşe yazarını beğenmediği zaman ona "hain" demekten zerre kadar utanmıyor.
* * *
Son yıllarda geçerli şablon oyunumuz da laikçilik-İslamcılık oyunu!
Şimdi de şahsiyetlerimizi bu iki kampta arıyoruz.
"Türkiye laiktir, laik kalacak" veya "Kimse bizim başörtüsü hakkımızı elimizden alamaz" diye avaz avaz bağırdığımızda aidiyetimizi ilan ederek ve beraber olduklarımızla saflarımızı pekiştirerek çok mutlu oluyoruz.
11. Cumhurbaşkanı seçimine de şimdiden güruh psikolojisi ile endekslendik.
"Ölürüz de biteriz de Tayyip’i Cumhurbaşkan’ı yaptırmayız"cılar ile "Çatlasan da patlasan da Tayyip Cumhurbaşkanı olacak"çılar birbirini şimdiden yemeye başladılar.
* * *
Ben ise "iki arada bir deredeciler" ne olacak, onlara kim sahip çıkacak diye dertlenmeye devam ediyorum.
Laik ama laikçi olmayan, muhafazakár değerlere saygılı ama İslamcı olmayanların yeri neresi, siyasette karşılığı kim?
* * *
Ben kendimi bu insanlara daha yakın hissediyorum. Cumhurbaşkanlığı meselesini ele alalım:
Ben, Recep Tayyip Erdoğan’a "eş nedeni" ile karşı çıkanları hiç anlamıyorum. Türbanın Cumhurbaşkanlığı’na girememesi tartışması bende sembolik bir anlam dahi kazanmıyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın çoğunluk partisi lideri olarak Cumhurbaşkanı olmasını, sadece matematiksel bir hak değil, aynı zamanda parlamenter demokrasinin gereği bir mecburiyet olarak görüyorum.
Çoğunluk partisi liderinin kendi elleriyle bir başkasını Cumhurbaşkanı yapıp, kendisinin Başbakan olarak kalmasını parlamenter demokrasinin ruhuna aykırı buluyorum!
Parlamenter demokrasilerde Cumhurbaşkanı, Anayasa adına hükümetin icraatlarını denetlemekle yükümlüyken varlığını Başbakan’a borçlu bir Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’ın başı olduğu hükümeti nasıl denetleyeceği benim aklıma takılıp kalıyor.
Rahmetli Ecevit, Sezer’i sadece mecburiyetten Cumhurbaşkanı yaptı!
TBMM’nin temsil yeteneğini kaybettiğini iddia edip, erken seçim yapılmadan ve TBMM yenilenmeden Cumhurbaşkanı seçilmesini istemeyenlerin düşünce boyutlarını da anlamış değilim. Bu Meclis Cumhurbaşkanı seçemiyorsa, nasıl kanun çıkarıyor? Son bir yıldır çıkan kanunlar hükümsüz mü?
Ancak ben, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını yine de doğru bulmuyorum.