Gittikçe küçülen Türkiye!

BU ülkede bazen çok bunalıyorum.

Arada bir ülke; şişirilen balon misali, içime türlü hevesler dolduruyor, ardından balonun ağzı bağlanmadan havaya salınması misali içimdeki tüm hevesler önce havada taklalar atıyor, giderek sönüyor, sonunda da pörsüyüp avcumda yok oluyor. Balon aslına rücu ediyor!

* * *

3 Kasım 2002 seçimleri sonrasını hatırlayın. Statükoyu ayaklar altına almaya yemin etmiş bir hükümet birkaç koldan Avrupa’ya tanıtım seferleri tertip ediyor, hemen her gün bir tabuyu daha yıkıyordu.

17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 Türkiye tarihinde dönüm noktaları olmuştu. Hukuksuzluğun büyük darbelerini yemiş olan Başbakan ve arkadaşları en koyu AKP düşmanını dahi şaşkınlığa uğratmış, hukukun üstünlüğüne saygıyı yeni dünyevi imanı haline getirmiş, özgürlüklere doğru pupa yelken açmıştı.

Balon alabildiğine şişiyordu!

* * *

Bir de bugünkü tarihi, 27 Eylül 2006’yı göz önüne getirin.

Balon içindeki havayı hızla boşaltarak, süratle aslına rücu ediyor.

Ali Dibo’ları, Başbakan’ın sövmelerini değil; sadece son 1 yılda yaşanan zihniyet boşalmasını, aklın yeniden küçülüşünü ele almak istiyorum.

* * *

Hukukun üstünlüğünü baş tacı etmek üzere iktidar olanların hukuku nasıl ayaklar altına aldıklarına dair üç küçük örnek sıralayarak işe başlamak isterim:

Devletin en büyük memuru Başbakanlık Müsteşarı "bilimsel hırsız" (intihalci) sıfatı taşıyor. Yüzü hiç kızarmadan görevinin başında.

Ülkenin İçişleri ve Adalet Bakanları İsmailağa Cemaati’nin linç ettiği katilin bunca gün sonra faillerini bulamamaktan zerre kadar rahatsız değil.

Kıbrıs’tan sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı KKTC’de AKP’nin huyuna-suyuna uygun bir parti kurmak için çevirdiği dolaplar orta yerlere döküldükten sonra bile hiçbir şey olmamış gibi arz-ı endam ediyor.

* * *

Beni en son yaralayan olay ise "azınlık dinlerine bağlı Türklere ait malların geri iadesine ilişkin kanun tasarısının" TBMM’den geri çekilmesi oldu. Neden tasarı geri çekildi?

İçimizdeki gavurlar yüzünden!

Ben maalesef böyle utanç dolu bir terimin egemen olduğu bir ortamda büyümüştüm. Umar ve beklerdim ki bu iğrençliği çoktan bağrımızdan koparıp atmış olalım. Ama heyhat!

40 yıl sonra yine gördüm ki dini farklı olanı hálá kendimizden sayamıyoruz. Üstelik saymayan kim? Sokaktaki sade vatandaşın "ayıbını" bir nebze olsun içimize atabiliriz ama "gavur mal sahibi olursa vatanı satar" zırvası hálá en tepelerde duruyor. Hem de nerede?

TBMM’de!

Sıfatına "sosyal" kelimesi kondurulmuş bir zihniyet kanun tasarısını TBMM’den geçirmek için mütekabiliyet (karşılıklılık) istiyor, itilmişlik ve kakılmışlığı en iyi anlama iddiasındaki diğer zihniyet ise eleştiriler karşısında tırsıp, kolayı tabanı yağlamakta buluyor.

Mütekabiliyet isteyen mantık her fırsatta "önce insan" diyerek ahkam keser ama hálá söz konusu olan insanların "yabancı" değil, kendi insanı olduğunu anlamamış, "Türkiye’nin zencisi" olmakla övünen diğeri ise Müslüman olmayanı kendinden saymayı becerememiş!

* * *

Rum ve Ermenilerin yayınladığı bildiride Müslümanların ve Yahudilerin, ama illa ki Kürtlerin ve Alevilerin imzalarını görmeyince kötü oldum!
Yazarın Tüm Yazıları