DÜNYADA ‘demokratik rejimi’ seçmiş, hatta bu rejimde epey yol kat etmiş, eksiklikleri büyük oranda halletmiş ülkelerde dahi bir türlü tamamen aşılamayan bir sorun var:
Demokrasinin finansmanı!
Demokrasileri hayata geçiren yöntem, belirli aralıklarla yapılan seçimler.
Seçimler ise her geçen yıl siyasi partilere artan oranlarda mali yük getiriyor. Kanunlar, siyasi partilerin ne şekilde finansman elde edeceğini tarif etmeye çalışıyor, çeşitli kısıtlamalar ve denetim mekanizmaları geliştiriyorlar ama seçimlerin finansmanı, demokrasilerde çılgın harcamaları körüklüyor ve hukukun üstünlüğüne en fazla itibar eden ülkelerde dahi harcamaların kaynağı tamamen denetlenemiyor.
Kaldı ki, bizim gibi demokrasiyi yeni hazmetmeye başlayan ülkelerde demokrasinin (seçimlerin) finansmanı çok daha açık ve seçik garabetler taşıyor.
* * *
Ülkemizde değişmez kurallar silsilesidir:
1) Seçimlere yaklaşılan dönemlerde hazine katkısını yeterli bulmayan siyasi partilerin kaynak arayışı başlar.
2) Kaynak arayışında en avantajlı parti iktidar partisidir.
3) Akla hemen ‘devletin malı deniz, yemeyen domuz’ şiarı gelir.
4) Bu şiar da bu konuda Türkiye’nin en kıt, dolayısıyla en değerli kaynağı olarak ‘taşı toprağı altın’ kabul edilen İstanbul’u akla getirir.
5) İstanbul kelimesi de zihinlere hemen temel finansman kaynağını sokar: Rant!
6) Toprak rantını iktidar partisiyle üleşecek ortak-müteahhit(ler) hemenbulunur.
7) Üleşilecekrantı yaratacak eylem, ‘ülkeyi ileri taşıyacak yeni ve çağdaş proje’ olarak topluma takdim edilir.
8) Doğaldır ki; iktidar ile müteahhit(ler) arasında arabuluculuk yapanlar taşıdıkları riskin karşılığını alırlar.
9) Sonunda Zihni Sinir projeleri hayata geçirilir.
* * *
Hiç değişmedi; ANAP, DYP, DSP, MHP vb. hep bu kurallar silsilesini uyguladılar ve bu kurallar sayesinde káh iktidar oldular, káh yerin dibine battılar.
AKP ise bu kepazeliğe panzehir olma iddiasıyla milletin büyük teveccühünü kazandı.
Ben zamanında sistemin adını zina ekonomisi koymuştum.
Sistem, siyasi ile işadamının kapalı kapılar ardında yatağa girmesi, bürokratın da kapıda erketede beklemesiyle hayata geçmeye başlar.
* * *
Türk siyaset hayatına rahmetli Turgut Özal, Başbakan Yıldırım Akbulut’u hediye ettikten sonra Recep Tayyip Erdoğan da İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı hediye etti.
Benim yabancı sermayeye değil karşıt olmak, ne kadar yakın durduğumu herkes bilir. Bu ülkeye yeteri kadar yabancı sermaye gelmiyor diye yıllardır yırtınıp duruyorum.
Ne İsrailli, ne Arap işadamlarına karşıyım.
* * *
Ancak, beni kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar çok rahatsız ediyor.
Kemal Unakıtan’a hatırlatırım:
Zina ekonomisi hep kapalı kapılar ardında başladı!