Paylaş
Garip bir ruh halim var. Bazen çok karamsar oluyorum, bazen aşırı iyimser. Hatta bazen bu iki zıt ruh halini aynı gün içinde ardı sıra yaşayabiliyorum. Bazen haksız karartıyor, bazen aşırı abartıyorum. Bu ruh hali ile ve entellerimizin çok rahat bir şekilde, hiç anlamadıkları konularda ahkám kestikleri bir özgürlük ortamında, ‘‘benim ne eksiğim var’’ duygusuyla bugün futbola el atmaya karar verdim!
İnsanlar, anlamadıkları konuları, bir nebze olsun anladıklarını zannettikleri konulara benzeterek algılamaya çalışırlar. Benim de futbol konusunda ahkám kesebilmek için ekonomi-politik disiplininden semboller kullanmam şart. Aksi halde işin içinden çıkamam.
Kafamdaki soru: Madem bu iş olabiliyor, neden Cimbom? Neden benim Sarı Kanaryam değil? Neden diğerlerinin Kara Kartal'ı değil?
Bu soruya cevap verebilmek için ilk önce ele alınan olguların analiz edilmesi gerekir. Benzeterek algılama kuramına göre bu üç takımı siyasi ve ekonomik arenada neye, nelere benzetebilirim?
***
BJK'nın bende bıraktığı imaj siyah takım elbiseli, beyaz çoraplı, asık suratlı devlet bürokrasisi. FB ise devletten kaptığı ihaleler, kamu bankalarından kopardığı kredilerle üretmeden şişen müteahhitlere benziyor. Kastım, katiyen bu takımlara gönül veren cefakár taraftar değil. Ben de FB'liyim ama müteahhit falan değilim. Birisi statükoyu, diğeri sırtını devlete dayamış yerleşik rant ekonomisini sembolize ediyor. Birisi ciddi, disipline önem veriyor; diğeri uçarı, kuralsız, ruhen çapkın. Ancak, ikisinin de ortak bir noktası var. Değişiklik ve yenilikten ödleri kopuyor. Zira iktidarın kaçınılmaz kaybı söz konusu.
Öte yanda, iki takım farklı. Gaziantepspor, bu kente yansıyan canlılık, değişim ve en önemlisi kendi yağıyla kavrularak başarıyı yakalamanın simgesi Anadolu sermayesini çağrıştırıyor.
Cimbom ise o kadar özendiğimiz, olmadığı halde varmış gibi yaptığımız burjuvaziyi anımsatıyor. Müteşebbis, akılcı, yeniliğe dönük, değişimin farkında ve 19. yüzyıldaki haliyle sisteme kafa tutan, elindekiyle yetinmeyen devrimci burjuvazi!
Nedense, hiç de öyle bir geçmiş taşımadığı halde, Fatih Terim'i de aristokrat burjuvaziye benzetiyorum. Elinde parasal olanaklar yok ama devamlı kızılcık şerbeti içen edalarda. Açık sözlü, mert; ancak bunların yetmediğinin de farkında. Adamlarının zamana ayak uydurmak zorunda olduklarının bilincinde. Aristokrasinin mevsiminin geçtiğini biliyor, ama geçmişi yád ederek nostaljik takılmak, ‘‘vah bana, vah bana'' diye dövünmek yerine yeni koşulları gözetiyor. Önce kendi öğrenmeye soyunuyor, sonra da adamlarına öğretmeye çalışıyor.
* * *
Muhteşem stratejisi ise köyün koşullarıyla yetinmek değil, Cimbom'u dünya koşulları çerçevesinde pozisyon almaya yönlendirmek.
Kaybettiği şartları zorlamak yerine yeni koşulları ısrarla öğreniyor, uyum göstermek için kendini paralıyor ve bunları yaparken de her maçta sırtından ter fışkıracak kadar değişimi yaşıyor.
Bu yeni bilge, futbolu bıraktığı zaman ne yapmış biliyor musunuz? İngiltere'ye gidip İngilizce öğrenmiş. O yaştan sonra kendini baştan yaratma gayreti öyle her babayiğidin soyunabileceği bir uğraş değildir. Herkesin, geçmişteki kör topal başarılarına sığındığı bir yaşta, bir insanın sil baştan yapma gayreti ve bugüne kadar yılmayan inadı, sadece önünde şapka çıkarılacak bir erdemdir. TV'de bir programda devamlı okuduğunu söyledi. Yumurtaya can veren Allah'ım; herkesin her şeyi zaten bildiği ülkemde, başarının zirvesinde bir adam, hálá öğrenmek ihtiyacı duyuyor.
Canım Fener'im; ne olur inat etme, bu kafayla olmuyor; gel sen de kendini sorgula.
Paylaş