CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, Lübnan’a asker gönderilmesine karşı olabilir.
Ancak savunduğu görüş için kullandığı gerekçe benim için çok önemli. Cumhurbaşkanı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir töreninde diyor ki:
"Lübnan’a asker yollanmasına karşıyım, başka ülkelerin ulusal çıkarlarını korumak görevimiz değil. Bizim hiçbir ulusal çıkarımız yok... Başkalarının ulusal çıkarları için asker yollamaya karşıyım...Türkiye’nin kendi iç güvenlik sorunları varken başkalarının sorunlarını çözmek görevimiz değil." (Hürriyet-26.08.2006)
* * *
Bugün kendisine kendi görüşlerimi değil ama herkesin muhakkak okuması gerektiğini düşündüğüm ASAM uzmanı Oytun Orhan’ın aynı konudaki bazı görüşlerini nakledeceğim.
"...Suriye, Lübnan’da İsrail tehdidi yaratabildiği oranda güçlenecektir. Lübnan içinde yeniden bir mezhepsel gerilim, çatışma da yaratmak isteyebilir... Tüm bu krizlerle Suriye kendini sorunların çözümünde kilit ülke olarak göstermek istemektedir. HAMAS krizi sonrasında Halid Meşal’in Şam’da basın toplantısı düzenlemesi bunun göstergesidir.
...Hizbullah’ı, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali yaratmıştır. 2000 yılına kadar İsrail işgaline direnen örgüt, ülke güvenliği açısından hayati bir konumdaydı. Ancak İsrail’in ülkeden çekilmesiyle varlık nedenini oluşturan etkenler ortadan kalkmıştır. (Hizbullah) İsrail’e karşı başarıyla direnen ’ulusal kahraman örgüt’ten, ülkedeki istikrarsızlık unsuruna dönüşmüştür. Silahlarını bırakması ve bir siyasal partiye dönüşmesi için üzerindeki baskılar gittikçe yoğunlaşmıştır.
...Hizbullah’ın asker kaçırma eylemi bu koşullar altında gerçekleşmiştir. Öncelikle Gazze krizi Hizbullah’a eylemi için uygun ortam sunmuştur. Yeni bir cephe açarak hem İsrail’i baskı altına almış hem de HAMAS’ı rahatlatmıştır. Başlıca hedefi, ülke içindeki siyasal ve askeri konumunu güçlendirmektir. Bunun yanında silah bırakması yönündeki hem uluslararası (BMGKK 1559) hem de iç (Lübnan Ulusal Diyaloğu) baskıları ortadan kaldırmak istemektedir. İsrail’le savaş ortamında kimse Hizbullah’tan silah bırakmasını isteyemez.
...Son olaylar gerçekten de hükümetin örgüt karşısındaki zayıflığını kanıtlamıştır. Hizbullah, ’Lübnan’da belirleyici benim’ mesajını vermektedir. Bunun yanında Hizbullah ve Nasrallah’ın hem Arap halkları hem de Lübnanlı Şiiler arasında popülaritesinin arttığı kesindir. Hele İsrail hapishanelerindeki tutukluların serbest bırakılması sağlanabilirse destek daha çok artacaktır.
...Yaratılan bu durumu İran açısından, ABD’yle süren nükleer kriz ve İsrail’le genel rekabeti çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. İran özellikle Ahmedinejad’la beraber kendi çatışmasını İslam dünyası-Batı çatışmasına dönüştürmek istemektedir. Böylece cepheyi genişletmek amacındadır. Bu yaklaşım İran’ın son krizlere yönelik açıklamalarında net olarak görülmektedir..." (Oytun Orhan- "İsrail-Lübnan ’Savaşı’: Taraflar, Çıkarlar, Stratejiler"-26.07.2006 -ASAM- www.asam.org.tr)
* * *
Keşke yukarıda ettiği sözleri söylemeden evvel Cumhurbaşkanı sadece şu cümleyi okumuş olsa idi:
"Rus Kommersant Gazetesi’ne göre, İran uluslararası toplumla çatışmayı göze aldı. Çünkü, çatışmadan galip çıkarak hem büyük güçler kulübüne gireceğine, hem de İslam dünyası liderliğine yükseleceğine inanıyor. Gazete değerlendirmesini şöyle noktaladı: İran’ınnükleerteknolojiyesahipolmasınıönlemenintekyoluvar;yarejimiyıkacaksınız,yadaülkeyi!" (Erdal Şafak- "Uçurumun Kıyısında"-Sabah-26.08.2006)
* * *
Bu gelişmelerin Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla ilgisi olmadığını söyleyebilmek için insanda adını tam koyamadığım bir hasletin eksik olması gerekir!