Cüneyt Ülsever: Bir yüzyılın ardından (2)

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

Dünkü yazımda 20. yüzyıla damgasını vurduğuna ve 21. yüzyılda yaşayacağımız ışık kırılmasına şekil vereceğine inandığım iki kavram, ulus-devlet ve millet kavramlarından ilkini ele almıştım. Bugün millet kavramının 20. yüzyılda kazandığı önem ve anlamı irdelemeye çalışacağım.

20. yüzyılın başında ulus-devlet olmayı talep eden ülkeler; burjuva sınıfının liderliğinde, haliyle kendilerini de devletin harcı olan ulus (millet) olarak görüyorlardı. Sanayi devrimi de sermaye birikimini merkezden uzaklaştırarak, millete üretime katılım bilincini (işçi sınıfı bilinci) vererek ve önemle tarımsal bilinci altüst ederek bu sürecin motorunu oluşturuyordu. Üretimin toplumsallaşması ise, millet olmanın kaçınılmaz sonucu olarak vatandaşlık talebini yarattı. Benzer hars, dil, tarih, hatta dini paylaştıklarına inanan insanlar, imparatorluğa göre daha kozmik yapıda kurulan, ulus-devletlerin yönetiminde de söz sahibi olmayı talep ettiler. Zira, ulus-devlet onların mücadelesinin eseri, kanlarının bedeli idi. 20. yüzyıl tebaların millet, milletlerin de vatandaş olma mücadelelerinin tarihidir.

Tarihi sıralamada vatandaş olma kavramı, ulus-devlet kavramından öndedir. Ulus-devlet milletlere, talepleri ve mücadeleleri çevresinde, vatandaş olma yolunu açmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ise bu tarihi sıralamayı altüst etmiştir. Kurtuluş Savaşı'nda milli bilincin en yüksek seviyesini ifade eden bağımsızlık şiarının peşinden koşan, ancak vatandaş olmayı aklından geçirmeyen millet, sonradan ulus-devleti kurmaya yeltenmemiştir. Zaten bu niyet söz konusu olamazdı. Zira, Osmanlı üretim tarzı ne sanayi devrimine, ne burjuva sınıfının doğumuna, ne de işçi sınıfının oluşmasına fırsat tanımamıştı. Bunun üzerine, bir avuç elitin kurduğu ulus-devlet, milletten vatandaş yaratma gayretine düşmüştür. Zorlama vatandaşlık da 76 yıldır palyatif bir karakter göstermekten öteye gidememektedir.

Aynı olguya tersten bakarsak, elitin kurduğu cumhuriyetin koruma ve kollama güdüsü, millete vatandaş olma yolunu açmamıştır, denebilir. Ancak, kişisel görüşüme göre, bu yorumda yine klasik ve alaturka bir bakış açısı yatıyor. Bu analiz yine bizi, ulus-devletin millete önderlik etmesi gerektiği varsayımına götürüyor. Vatandaşlık bilinci ikincil sıraya oturtuluyor. Millet yine dinamik bir yaklaşımla ele alınmıyor, pasif bir unsur olarak görülüyor.

Kişisel kanıma göre, cumhuriyeti kuran elitin bu konuda bir günahı yoktur!

Zira ortada vatandaşlık bilincinde millet yoktur. Ancak, sorgulanması gerekenler, kuruluş şartlarını sonradan bir sistem haline getirenlerdir. Onlar, Ankara-İstanbul arasında kurulan hassas dengeler çerçevesinde ‘‘cumhuriyeti koruma ve kollama hukukunu’’, millete dayatma çabasına çevirmişlerdir. Kuruluşun sonradan devlet aygıtı vasıtasıyla üleşme sistematiğine dönüşmesi, yeni ülkede kurulan yeni işadamı-bürokrat-siyasetçi koalisyonunun sonucudur. Devlet eliyle üleşme ise ancak cumhurun cumhuriyetten uzak tutulmasıyla mümkün olacaktır.

Bu çerçevede baktığımız zaman, 20. yüzyıla şekil veren unsurlardan ulus-devletin ülkemizde bir avuç elit vasıtasıyla ve onların işlerine gelen yorumlar çerçevesinde kurulduğunu, zaten vatandaşlık bilincine, kuruluş öncesi ulaşamamış milletin de cumhuriyeti kabaca yeni tabiyet olarak yorumladığını söyleyebiliriz. Sonradan gelenlerin, cumhuriyeti istedikleri gibi yorumladığına en iyi örnek, İzmir'de toplanan 1. İktisat Kongresi'dir. Cumhuriyetin hemen ardından toplanan kongre, haliyle burjuvazisi olmayan, ancak kapitalist üretim tarzını seçen ülkede devlet eliyle desteklenen, korumacılığa dayanan bir burjuvazi sınıfı oluşturmayı hedeflemişti. Bu hedef 75 yıl yerine getirilmemiş ise, sokağa bir türlü tek başına çıkmaya razı olmayan çocuktan ebeveyni de sorumlu tutmak gerekir.

20. yüzyılda bağımsızlığın bilincine varan millet, ne yazıktır ki vatandaşlığın ve onun altyapısını oluşturan bireyselleşmenin (şahsiyet olmanın) bilincine varamamıştır. Bunun içindir ki, tepeden gelen demokrasi rüzgárlarını da, ona vurulan sekteleri de hep tabiyet bilinciyle yorumlamıştır.

21. yüzyıl, süratle Türk milletinden bilinç süresini tamamlamasını bekleyecektir. Zira önümüzdeki yüzyıl, daha azına razı olanları dışlayacaktır!

Yazarın Tüm Yazıları