TÜRKİYE’de demokrasinin temel sorunların birisi de 1950’den beri siyasette taşların sık sık yerinden oynaması ve her oynadığında yerine çok zor oturmasıdır.
Nitekim, taşlar 1990’larda bir kez daha oynadı ve halen yerli yerine oturmadı.
Siyasetin klasik şablonuna göre; siyasi partileri zihnimizde yarattığımız bir merkezin sağına ve soluna oturturuz. Merkeze en yakın partiler merkez sağ ve merkez solu oluştururlar ve birinin ekonomik büyümeye, diğerinin gelir dağılımına verdiği göreceli ağırlık bu partilerin genel tavrını tarifler. Bu tarifle de birisi liberal demokrat, diğeri sosyal demokrat politikaların ağırlığı altında politika yaparlar. Ancak, hemen merkezin etrafında şekillenen bu partiler "demokrat" sıfatı ile uzlaşmayı ve gerginliği reddetmeyi de şiar edinmişlerdir. Bu nedenle de uçlardaki muhalifleri, onları "sistemin partileri" olarak görürler.
Kanım odur ki; halen Türkiye’de merkez sağ ve merkez solda siyasi parti yoktur!
Ne AKP merkez sağ parti olabilmiştir, ne de CHP merkez sol bir partidir.
Ancak, bu hafta ben meşrebim gereği AKP’yi incelemeye çalışacağım.
* * *
2002 yılına ulaştığımızda Türkiye’nin merkez sağı, Mesut Yılmaz-Tansu Çiller ikilisinin her türlü etik değeri ayaklar altına alması nedeniyle bir kez daha boşalmıştı.
Öte yanda, AKP ekibi, Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat sonrası yaşadığı mağduriyetin yarattığı rüzgárı da ardına alarak Milli Görüşçü çizgiden uzaklaşma iddiasıyla ortaya çıkıyordu. AKP ekibi bağrından çıktığı "Milli Görüş gömleğini" çıkardığını duyuruyor, dünya koşullarıyla uyumlu çalışmayı vaat ediyor, Necmettin Erbakan’ın uzlaşmaz politikalarının ülkeyi devamlı "muhtıralar"a muhatap kıldığını açıkça ilan ediyordu.
AKP, merkez sağın yeni adayı olarak ortaya çıktı ve 28 Şubat’ın ardından demokrasi rüzgárlarını ardına alarak iktidar oldu. İzlediği politikaları kendisinin uydurduğu ve haliyle tutmayan "muhafazakár demokrat" sözcükleriyle tarifledi.
İktidarının ilk iki yılında da aktif bir AB taraftarlığı izleyerek merkez sağa oturacağı intibaı yarattı ve hem içeride, hem dışarıda meşruiyet kazanma gayretine girdi.
* * *
Ancak, Mart 2004’te yapılan yerel seçimler ve 2004 yılı sonunda AB’den alınan müzakere tarihi, AKP’nin kısa tarihinde bir dönüşüm oluşturdu ve AKP aslına rücu etme sürecine girdi.
AKP, 2002 seçimlerinde yeni bir parti olarak henüz şekillenmemişti. Hakkında şüpheler vardı, ama gayreti de merakla izleniyordu.
AKP, siyasi bir yapı olarak 2002-2004 sürecinde örgütün temelini attı, 2004-2007 arasında da çatısını çattı. Şimdi bina hazır ve bu bina merkez sağ zeminde değil! Neden?
Milli Görüş, Türkiye’ninörgütlenme gücü en yükseksiyasi oluşumlarından birisidir ve tabanın örgütlenmesinde Lenin’in "kılcal damarlar teorisi"ni en iyi izleyen örgüttür.
Sokak sokak, apartman apartman, daire daire, bire bir takip ve propagandayı muazzam bir başarıyla yürütürler.
Hizbullah, HAMAS, Müslüman Kardeşler türü benzer örgütler gibi "mahalle politikası" üretme konusunda çok başarılıdırlar.
"Mahalle politikası", doğrudan propaganda yerine "sosyal politikaları" ön plana alır. Sağlık, eğitim, gıda vb. konulara el atar. Akıllardan önce gönüllere yerleşir. Bu politika, özellikle devletin sosyal politikalarının ulaşamadığı varoşlar ve taşrada başarılı olur.
2002 yılındaki seçimlere Milli Görüş dışında merkez sağdan da insanlar alarak giren AKP’de 2002-2004 sürecinde Milli Görüşçüler merkez sağdaki insanları özellikle taşra ve taban örgütünden dışladılar, 2004 yerel seçimlerinde hemen hemen tüm belediyeleri ele geçirdiler. Tüm örgüte sahip çıktılar.
Artık, vitrinde ne yapılırsa yapılsın; AKP örgütü Milli Görüş’e teslim edilmiştir! (Yarın devam edecek.)