80’li yıllarda Turgut Özal’ın Türkiye ekonomisini dünya ekonomisi ile entegre etme gayretleri Anadolu’da, o döneme dek, ticaret ve KOBİ seviyesinde üretim yapan işadamlarının doğrudan dünya ile rekabete dönük sanayicilere dönüşmesine neden oldu.
Bu insanlar genellikle muhafazakâr hayat tarzını benimsemiş insanlardı. Ancak “dünya şartlarını” çabuk öğrendiler ve kendilerini rekabete kolaylıkla açtılar. Kâh Anadolu Kaplanları, kâh Anadolu Aslanları adı takılan bu “yeni burjuvalar” AK Parti, Hoca’nın dar antikapitalist kalıbından çıkıp kapitalist üretim sürecini benimsediği ve muhafazakâr hayata tarzı ile mecz etmeye çalıştığı için bu partiye meylettiler. Öte yanda genellikle İstanbul merkezli “klasik burjuvalar” ilk kurulduğunda AK Parti’ye soğuk durdukları gibi, bazı tezlere göre “28 Şubat süreci”ne “yeni burjuvalar”a siyasette set çekmesi için destek verdiler. 1980-2000 döneminde Türkiye muazzam bir transformasyondan geçti ama bu değişimin bilimsel tespiti, dolayısıyla “yeni burjuvalar” (Anadolu Kaplanları) ile “klasik burjuvalar”ı (TÜSİAD) arasında üretime katkı, siyasal yaklaşım, hayat tarzı gibi konularda ne gibi “ayrıştıran” farklar olduğu tam saptanamadı. Değişimi görüyoruz ama boyutlarını tespit edemiyoruz. * * * Bu konuda zihin açıcı bir girişim TÜSAİD’ın yayınladığı Görüş adlı dergide Prof. Dr. Ayşe Buğra ile yapılan söyleşi ile şekil buluyor. Ben Milliyet’te (06.10.10) yayınlanan özeti okudum. Prof. Buğra “eski-yeni merkez” ayrımı yapıyor. Eski merkez, zamanında devlet eliyle yaratılmış olan ancak büyüdükten sonra özerkliğini kazanan ve devletten bağımsız hareket eden Cumhuriyet döneminin köklü sermayesini, ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara, Bursa gibi merkezlerdeki sermayeyi temsil ediyor. Özellikle TÜSİAD çatısı altında örgütlenmiş olan büyük sermayenin temsilcileri. Buğra’nın “devlet eliyle yaratılmış bir burjuvazi” olarak nitelediği bu grup, 1990’lı yıllarda devletten bağımsız hareket edebilen ve demokratikleşme yönünde tavır alabilen bir hal almış. Buğra’ya göre yeni merkezi ise son dönemde sanayideki toplam katma değerdeki payı ciddi anlamda artan iller oluşturuyor. Bunlar arasında da Kayseri, Konya, Kahramanmaraş, Denizli ve Gaziantep öne çıkıyor. Muhafazakâr MÜSİAD’ın ise İstanbul’da çok üyesi olduğunu söylüyor. Milliyet’te Melis Şenerdem’in bildirdiğine göre: “Ekonomi siyaset ilişkisi basit değil” başlığıyla yayımlanan söyleşide Buğra, sermayenin rengi olabileceğini, ama şematik bir ayrıma gitmenin konuyu basitleştirmek anlamına geleceğini söylüyor. Buğra’nın temel savı, Türkiye’de laik kimliğe sahip çıkan, uluslararası sermaye ile entegre “eski merkez” ile muhafazakâr kimliğiyle bilinen “yeni merkez” arasında girift ilişkiler olduğuna, birbirlerinden yağ ve su kadar kolay ayrışmadıklarına dayanıyor. Ayşe Buğra, siyasetin sermayenin duruşunu, bakışını ve var oluşunu çok ciddi bir biçimde biçimlendirdiği görüşüne katılıyor. Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın iş dünyasına da yansıdığını belirten Buğra, “Hükümet bu ayrım doğrultusunda, üniversitelere,... medyaya müdahale ettiği gibi, belki de bir korunma içgüdüsüyle, her yerde kendine yakın grupların oluşması yönünde hareket etti. Yeni sermaye gruplarının ortaya çıkmasında rol oynadı ve sermayenin yapısını değiştirmekte etkili oldu” diyor. * * * Değişimin sancılarını yürekten hissettiğimiz bu dönemde sancının temel bir yönüne ışık tutan Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya çok teşekkür ederim. Dilerim tartışmanın ardı gelir.