İNSANA dair, onu hayvandan ayırt eden, en büyük özellik düşünebilmesidir.
Bunun içindir ki Cenab-ı Allah kitabında insanoğluna doğruları sıraladıktan sonra sık sık, "Bir de sana akıl verdim kulum!" (mealen) der. Varlıkların en büyüğü bile her türlü doğruyu kendisinin öğretmeyeceğini, kulun da akıl kullanarak bazı doğruları yerine ve zamanına göre bulması gerektiğini bildirir.
Ancak onun kulları olarak; laikçisi-İslamcısı, liberali-komünisti, Müslüman’ı-Musevi’si-Rum’u-Ermeni’si-inançsızı, Laz’ı-Kürt’ü-Çerkez’i-Gürcü’sü-Arap’ı-göçmeni, Trakyalısı-Doğulusu, Akdenizlisi-Karadenizlisi vb., velhasıl ortak paydası bu toprakların insanı olan hemen herkes diğer bir ortak noktada buluşuyoruz:
Aramızda akıl kullanmayı bilen çok az!
* * *
İnsanoğlu doğduğu anda öğrenmeye başlar. Hayatı boyu da şu üç soruya cevap arar:
1) Ben kimim?, 2) Nereden geldim?, 3) Nereye gidiyorum?
Bir ömür bu sorulara cevap aranır. Ancak, herkes ama herkes bu sorulara somut cevap bulamadan ölür. Soruların cevabını ancak tahmin edebiliriz. Sorulara verilen cevaplara inanır, itikat, iman eder, hatta cevapları reddeder, ama illa ki cevapları tahmin ederiz.
İşte akıl kullanmanın anlamı burada ortaya çıkar. İnandığını (somut) bilgi sayan kişi, akıl kullanmayı öğrenmemiştir. Allah’ın bile, "Bir de sana akıl verdim kulum" diyerek öğretisinin bir kısmını muğlak bıraktığı bir dünyada kendi inandığı gerçeği (esas) gerçek sayan kişi akıl kullanmamaktadır.
Gerçeğin bulun(a)mayacağını ama hep aranacağını öğrenmemiş kişi, Allah’ın kendisine bahşettiği en değerli organ olan beynine sahip çıkamamaktadır!
* * *
Türkiye’de, bırakın normal yurdum insanını, aydın geçinenler bile, kendi (inandıkları) gerçeklerini herkes için geçerli (somut) gerçekler sayarak yaşıyorlar.
Pazar günleri siyaset yazmıyorum ama sadece bir örnek olarak son dalga Ergenekon gözaltıları çerçevesinde kopan gürültüye dikkat çekmek isterim.
Ortada somut tek kelimelik dahi bir iddia(name)/gerekçe(ler) olmadığı halde Türkiye medyası son birkaç gündür ikiye bölündü ve hemen herkes gözaltına alınanların suçlu veya suçsuz olduklarını bağıra bağıra ilan etmeye başladı.
"İnancına" göre (bilgisine göre değil) paşaların suç işleyemeyeceğini tek gerçek sananlar, paşaların suçsuz yere gözaltına alındığını bağırmaktalar. Halbuki, onların mahalle baskısı tartışmaları sırasında, "Müslüman adam baskı yapmaz, demek ki mahalle baskısı yoktur" diyen kafadan hiçbir farkı yok.
Her iki taraf da kendi (inandığı) gerçeğini genel (somut) gerçek sanmakta.
Aynı kafa "Prof." ve dahi "Dr." unvanını kullanmasına rağmen TV’de kendisine Kanadoğlu’nun evinin hangi gerekçe ile arandığını bilip bilmediği sorulduğunda, "Bu kadar önemli bir insanın evi arandığına göre muhakkak ki güçlü gerekçeler vardır" diyebilmektedir.
Prof.’un esasında söylediği, hepimize 3 yaşında itikat etmek üzere öğretilendir:
"Bizimkiler yanlış yapmaz!"
Halbuki, yapmamız gereken, perşembe günkü yazımda yapmaya çalıştığım gibi, eğer hukuk devletinde yaşıyorsak, gözaltına alınanların hangi gerekçe(ler) ile alındıklarının aydınlanmasını talep etmektir. Halbuki, biz habire meşrebimize göre "gerekçe" uyduruyor ve o gerekçeye dayanarak sevdiğimizi aklıyor, sevmediğimizi karalıyoruz.
* * *
İlkokul mezunu rahmetli anam bize kızdığında, "Allah’ım el deliye, ben akıllıya muhtacım!" diye yakınırdı!
Rahmetli teyzem de ona, "Akıl akıl, gel de kıçıma takıl!" diye cevap yetiştirirdi.