Paylaş
Tekrar tekrar yazıyorum.
ABD’nin Irak saldırısı sonrası Ortadoğu’da emperyal devlet olma yolunda en başarılı politikalar yürüten ülke İran’dır.
İran, Suudi Arabistan’da nüfusun % 15’ini oluşturduğu tahmin edilen Şiileri örgütlemekte, Suriye üzerinden Hizbullah’ı hem Lübnan’ın başat siyasi örgütü haline getirmekte hem İsrail’in başına bela etmekte, aynı zamanda Sünni Hamas’ı Filistin’de din kurallarına dayanan bir devlet kurmak için örgütlemekte ve Şii lider Mukteda es Sadr’ın Mehdi ordusu ile Irak’ta söz sahibi olmaktadır.
Açık bir şekilde görülmektedir ki, İran Ortadoğu’nun ortasına bölgeyi doğudan batıya kesen bir Şii kuşak inşa etmektedir.
Bu durum bölgede Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi Sünni ağırlıklı ülkeleri ziyadesiyle rahatsız etmektedir.
* * *
Öte yanda İran’ın nükleer silah geliştirme yolunda somut adımlar attığına dair algılama sadece ABD’de değil, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batılı ülkelerde de genel kabul görmüştür.
Batı’ya kafa tutma yolunda büyük adımlar atan Rusya, Çin gibi ülkelerin İran’a göz kırptıklarını söylemek de sadece malumun ilamıdır.
İran nükleer programını tamamladığı gün yepyeni bir Ortadoğu kurulacak, sadece Batı Ortadoğu politikalarını yeniden düzenlemek zorunda kalmayacak, Türkiye’nin de hem bölgede hem dünyada yeri yeniden ve gerileyerek tarif edilecektir.
* * *
Bütün bu olgular çerçevesinde ABD’de başını Dick Cheney’nin çektiği neo-con oluşum, Bush’un gitmeden önce İran’ın hem nükleer tesislerini hem de hastane, okul, yol, köprü gibi altyapılarını havadan vurarak İran’ı uzun süre kendine gelemeyecek hale getirmesini önermekte, buna karşı da başını Savunma Bakanı Bob Gates’in çektiği "gerçekçi Cumhuriyetçiler" ve Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice "diplomasi"nin son ana dek korunması gerektiği görüşündedirler. Ancak onlar da İran’ın nükleer silah geliştirme yolundaki ihtirasından zerre kadar şüphe duymamaktalar.
Batı’da bazı ilginç analistler de İran’da 2009 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini Ahmedinejad’ın kaybedeceğini, buna engel olacak tek yöntemin İran’ın vurulması durumunda İran’da milliyetçi bir dalganın yükselmesi olduğunu söylemektedir. Bu analizin ulaştığı paradoks, İran yönetiminin de ABD ve/veya İsrail tarafından vurulmak istendiği yönündedir.
* * *
Türkiye son zamanlarda Kuzey Irak’taki Barzani yönetimine karşı olumlu bir yaklaşım içinde görülmektedir.
Bu yaklaşım Türkiye’nin çıkarları açısından doğrudur ama uzun süre direnildikten sonra Kuzey Irak yönetimi ile sıcak ilişkinin kurulmasının kapatma davası ardına denk düşmesi, tıpkı TCK 301’in uzun süre bekledikten sonra yine kapatma davası ardından değiştirilmesi gibi, sadece "tesadüf" kelimesiyle mi değerlendirilmelidir?
* * *
Anayasa Mahkemesi türbana özgürlük uğruna Anayasa’da yapılan değişiklikleri yok saymayı reddetse, ancak türbanın bu Anayasa değişikliklerinden sonra hálá yasak olduğuna dair bir içtihat geliştirse Recep Tayyip Erdoğan bir nebze olsun rahatlar.
Erdoğan, kapatma davası sonuçlanmadığı için ancak kısa bir ara rahatlama nefesi çekerken birden önüne bir soru konulsa:
"Stratejik ortak; biz İran’a saldırmaya karar verdik, sen var mısın, yok musun?"
Başbakan ne cevap verir?
Paylaş