Paylaş
Biz dolandırıcıları akıllı bulan bir milletiz. Hatta hayran oluyoruz nasıl kandırdıklarına. Gazeteler “Akıl almaz tezgah” filan diye başlık atıyor. Zavallı insanların parasını iğrenç birkaç dalavereyle hüpleten adamlar hep çok zeki. Dolandırılanlar hep saflıktan, durgun zekadan zokayı yutmuş. Küstahlık da IQ seviyesini yükseltiyor tabii. Mesela, “Dolandırdım ne var” diye efelenen pişkinler, pişman olanlardan daha makbul. Diyelim çakma çantayı, ayakkabıyı hevesli hanımefendilere kakalayarak zengin olan çetenin fikir babası, “Onların marka takıntısı sayesinde çakma değil, gerçek Ferrari’ye biniyorum ahahahah” dedi. Bu, inanılmaz kıvrak zekasının temsilidir çoğuna göre...
Televizyon da böyle işte. Onun bunun çakmasını, göz göre göre fikir hırsızlığını habire alkışladığımız bir ortam. Vaktimizi, paramızı alıp karşılığında çöpe kanaat etmeye ikna eden ‘çok zeki’ bir mekanizma.
Bu tıkır tıkır işleyen sistemin kaymağını yiyen birkaç cingöz karakter var. İnsana ne kadar aptal olduğunu hissettiren anların mimarları. O ilk dolandırıldığınızı idrak ettiğinizde yaşadığınız “Ne kadar gerizekalıyım” hissinin utanç, pişmanlık ve öfke yağmurunu tepenize boca ediyorlar.
Korkunç bir fiyasko
Kanal aylarca beklentilerinizi gıcıklayan, “yılın olayı” diziyi gazlıyor. Çok acayip bir şey izleyeceksiniz salı günü saat 20.00’de. İki ay epik tanıtımına maruz kaldığınız şey, hayatınızı değiştirecek. Ürün çok büyülü. İşte hiç çekinmeden yalan söylenen tezgahın birinci ayağı bu. Kanal ürünün çürük olduğunu bile bile, son kullanma tarihi çoktan dolmuş olsa da size yutturmaya uğraşıyor. Zaten baştan sadece ‘ticari’ kaygılarla üretilen dizinin de hiçbir tarafınızı tatmin etmeye niyeti yok. Denize salınan kancalı misina gibi. Orta yerinde aşk, ihanet, din, intikam, seksi kız, namus, silah, entrika gibi iğneler var. Birine takılıveren o saftirik balıksanız bu defolu ürünü reyting listesinde üste çekersiniz. Sonra yapımcısı, yönetmeni, kanal patronu yutturmanın keyfiyle keh keh konuşur. Aynı Ezra’nın yönetmeni Tayfun Güneyer’in dediği gibi: “Dizilerden kazandığım parayla aldığım spor arabaya binerken Ekşi Sözlük’tekilerin beni beğenip beğenmemesi umrumda olmuyor.” Sonuç budur işte. Biz dolandırıldık ve birileri spor arabaya binmekle övünüyor.
Bu hafta Show TV’de ekrana gelen Ezra’nın teorik yorumlamasıyla uğraşmaya bile gerek yok. Senarist ve yönetmen Tayfun Güneyer’in 1990’larda ömrünü doldurmuş tüm klişeleri yamalı yorgan gibi birbirine eklemeye çalıştığı korkunç bir fiyasko izledik. Türünün ne olduğunu bile anlamak mümkün olmadı. Zaman zaman ‘Çılgın Dershane’ mi, ‘Pis Yedili’ mi belirsiz, neşeli kankiler ortamında süründük. Bazen Max Payne’e bağlayan ‘Çahangir’ adlı çakma Kenan İmirzalıoğlu’nun yetmiş saat şarjör boşaltmasına daldık. Bazı anlar Yalın şarkısıyla trenler geçti, âşıklar ayrıldı. Bazen de Ceza eşliğinde getto silah çatışmalarında kaybolduk. Öte yandan Gazzeli çocuklar, Filistinli mülteciler, Libyalı direnişçiler gibi zamanın ruhunda sömürülecek ne varsa emdi bitirdi.
Tüm bunlar hayatımda gördüğüm en kopuk kurguyla, en zorlama oyunculuk denemeleriyle birbirinin kıyısına tutturulmuştu. Tek tabanca Mustafa başkomiserin yırtık çorabından fırlayan sol başparmağında komedi unsuru arayan bir dramı beğenmemiz beklendi bizden. Böyle de acıklı bir şekilde kandırıldık yani.
Güneyer, “Biz o dizileri para kazansın diye yapıyoruz. Sanatla ilgili bir kaygımız yok, ticari tüm olay” demiş. Birinin ona konserve fabrikasında çalışmadığını hatırlatması gerek.
Paylaş