Paylaş
Birkaç dokunulmazımız var. Yıldız Kenter’in oyunculuğunu tartışamazsınız, tam bir gerizekâlı olmadığınız sürece Tutunamayanlar’dan sıkılmanız kabul edilemez, Sezen Aksu’yu beğenmemek bir hastalığın işaretidir ve Bülent Ersoy bizim divamızdır. ‘Bilmem kimin Bülent Bey gafı’ dışında divayı gökteki tahtından indirecek bir lafa ağzımız mühürlüdür.
Büyük ses, dev yorumcu, efsanevi yıldız Bülent Ersoy, Popstar 2013’teki yaldızlı koltuğuna bütün heybetiyle perşembe günü oturdu ve yıllar sonra yine ‘healka’ seslendi.
Beyaz bir Grand Guignol kuklası gibi tüylü kostümünün arkasından kadim bir dille konuşuyordu. Hicazın ‘do diyezini’ pes basmadığı için bir çocukcağızın puanını kırdı, eli ayağına dolanan Burcu Esmersoy’a ayar verdi. (ki bu ayarlar diva müritlerinin en mazoşistçe zevk aldığı anlardan biri. O azarladıkça hayranları coşuyor).
Popstar 2013, yine bir Bülent Ersoy gösterisine dönüştü. Onun tuhaf Türkçesi, neredeyse grotesk kostümü, gotik saçları, ürpertici sesi ve insanüstü bir varlık olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan usanmayan tavrı dışında hiçbir şey olmadı. Her fırsatta “Ben, ben, ben” diye cüsse cüsse öne çıkan, kükremeye hazır bir aslan gibi ağır ağır oturan bu yıldızı o 80’lerden kalma stüdyodan çıkarsanız geriye bir avuç titrek yırtma meraklısı genç, onların bitmek tükenmek bilmeyen sıradan şarkıları, Serdar Ortaç’ın gereksiz kişisel hikâyeleri, Burcu Esmersoy’un solaryumlu teninde parlayan sarı elbisesi kalır.
Bülent Ersoy’un yaşadığı âlem, biz ölümlülerden farklı. Yıllardır Olimpos’un tepesindeki bu kadını başımıza yıldırımlar düşer korkusuyla bir gram eleştiremiyoruz. Popstar 2013’teki abartılı, zorlama, ışıl ışıl varlığı da bu program boyunca “Diva yine yapıştırdı cevabı!”, “Divadan müzik dersi” “Bülent Ersoy Popstar’a ağırlığını koydu” yorumlarından ileriye gidemeyecek. Hiçbirimiz bu kibirli gösteriye neden bu kadar hayran kaldığımızı anlamadan hipnotize olmuş gibi o pırlantalı
mikrofona dalıp gideceğiz.
PANAMA ACI VATAN
Bir gerçek var: Survivor şu anda televizyonda yayımlanan en heyecanlı yarışma. Sadece heyecan da değil. Bütün pespayeliğe, damardan klişelere, uyduruk dertlere rağmen o insanların adada (sözde) kıvranışını izlemekte içimizdeki şeytanı keyiflendiren bir taraf var. Üstelik yeni sezon Hayim’in sürekli düşmesi dışında bir heyecan yaratmayan geçen sezona oranla bomba gibi. Üç günde dokuz saat süren maratonun yarısı sürat teknesi, kertenkele, yengeç montajı olsa da arada kalan didişmeler, ne kadar saçmalarsa o kadar heyecanlı olan oyunlar iyi bir TV deneyimi.
Bu seneki kadronun gıcıklık dengesi de iyi. Mesela ‘Evrene enerji vermek lazım’ Irmak, ‘Let’s party! You’re so sexy’ şarkılarına bikinli görüntüleri kırpılan Larissa, Larissa’nın Türkçesine yakın aksanıyla Bennu Gerede ve o koroya araya serpiştirdiği ‘Sorry!’lerle katılan Nazenin ekran karşısında huzur içinde sinir olmaya müsait.
Ama asıl Survivor, Gönüllüler ekibi arasında geçiyor. İlk gün “10 yıllık arkadaş gibiyiz, kenetlendik” türü bildik yalanlarla yola çıkan bu sekiz kişi basbayağı birbirlerinden nefret ediyor. Çünkü Ünlüler’in aksine onlar şöhret olma ihtirasıyla yarışıyorlar. Bu derece didişmeleri iki olta, bir balta kazanmak için değil. Sonunda Acun’un kanatlarının altına girebilmek, bir Taner Tolga Tarlacı faciası yaşamadan iki reklamda oynamak, bir diziye kapak atmak için... Bu yüzden ‘Büyü bebeğim’ üçlüsü Hilmicem, Mickey Rourke Mustafa ve Squat Murat tek yetenekleri olan amut ve takla konusunda bu derece hevesli. Küskün Duygu, bu yüzden Bozok Abi’nin otoritesini bir tehdit olarak görüp kendi kendine sahil köşelerinde tribe giriyor, ‘adaptesi bozuluyor’.
Sonuçta, bu sezon tüm berbat dönem dizileri, köhne aşk hikâyeleri arasında Survivor, en az Bülent Ersoy’un cüssesinden büyülenmek kadar tuhaf bir hazla izlenecek. Acun Ilıcalı sunuculuğu sadık askeri Alp Kırşan’a teslim etse de reyting krallığını yaza kadar kimseye bırakmayacak.
Paylaş