Paylaş
◊ Sanatın birçok alanında başarılı işler yaptın. Şimdi de “Osmanlı Subayı” adında bir Hollywood yapımına imza attın. Nasıl ortaya çıktı bu film?
- Daha önce Hollywood’da iki filmin prodüktörlüğünü yapmıştım. Hatta “Black and White” Türkiye’de de vizyona girmişti. Ama bunlardan hiçbir zaman bahsetmedim. Her reklamcının, hele de yönetmense mutlaka Hollywood’da film yapma hayali vardır. Dünyada da reklam yönetmenliğinden çıkıp film yapan iyi isimler vardır. Filmlerde reklamdan gelen yönetmenle reklamdan gelmeyen yönetmen kendini belli eder...
◊ Niye Türkiye’de yapmadın da Hollywood’u tercih ettin?
- Dünya standardında bir iş yapmak için. Türkiye’de denemek istemedim.
◊ Türkiye’de dünya standardında bir film çekilemez mi?
- Zor. Türkiye’de dünya standardında bir iş yapmak zor oluyor. Yurtdışından örnek vereyim. Film için bir catering firmasıyla anlaşma yapıyorsun. Catering şirketi geliyor, hepsinin kafasında bone, ellerinde eldiven var. İşlerini titizlikle yapıyorlar. Bu alışılmış bir şey. Ben bunlara alıştım. Yıllarca yurtdışında reklam filmleri yaptım ve yabancı ekiplerle çalıştım. Uzun zamandır Türkiye’de prodüksiyon yapmadım, belki şartlar değişmiştir. Ama bu bahsettiğim en küçük örnek. Buna benzer çok örnek verebilirim. Beni bu standartların dışına çıkmak memnun etmiyor.
◊ Amerika’da başka işler de yapıyorsun değil mi?
- 25 senedir Amerika’da DFH adında bir şirketim var. Türk kanallarını Amerika’ya taşıyoruz. Amerika’da Türklerin uydu üzerinden Türk kanallarını izlemesini sağlıyoruz. Şimdi internet üzerinden de aynı şeyi yapıyorum. IPTV adında başka bir şirket kurdum. IP üzerinden HD kalitesinde canlı yayın yapıyoruz. Canlı yapan çok az şirket var.
◊ O da sadece Türk kanalları mı?
- Değil. Amerika’daki Afrikalı, Arap, Latinler gibi farklı etnik kökenli grupların kendi ülkelerindeki kanalları da yayınlıyoruz. Amerika’da televizyon işi çok büyük şirketlerin elinde. Oralara girebilmek kolay iş değil.
◊ Türkiye’deki reklam şirketin ne oldu? Hâlâ var mı? Kaç sene oldu bu işi yapalı?
- 42 sene oldu. Güzel Sanatlar, Ünver Ural tarafından kurulmuş bir şirkettir. Oraya ortak oldum. Sonra Saatchi&Saatchi ile birleşti. Şimdi Saatchi&Saatchi başkasıyla çalışıyor. Benim şu anda Poligon adında bir şirketim var. Reklamcılığa devam ediyorum.
◊ Hollywood maceran ne zaman başladı?
- 15 sene önce. Ortağım Güneş Çelikcan ile Y Film adında bir şirket kurduk. Hollywood’da film yapmak bir Amerikalı için yüzde 100 zorsa, Türkiye’den ya da başka bir ülkeden gidip orada film yapmak isteyenler için üç misli daha zor. Türkiye’de de yabancıların film yapması bizden daha zor. Çeşitli zorlukları var. Türkiye’nin olumlu/olumsuz imajlarının zorluk konusunda etkileri oluyor. Benim geçmişteki tecrübelerim, ortağım ve Amerikalı ortaklarımız sayesinde çok zorlanmadan yaptık.
◊ Amerikalı ortaklarınız olmasaydı Ben Kingsley gibi bir oyuncuyu ve böyle bir kadroyu toparlayamazdınız değil mi?
- Aynen öyle. Bir film yapıyorsun. “Filmi kim yapmış?” diye sorulduğunda yönetmen cevabı verilir. “Kim çekmiş?” dediğinde yine yönetmen cevabı verilir. Ama film bittikten sonra neredeyse bin kişinin adı yazıyor. Özellikle Türkiye’de film bittikten sonra kimse okumaz o isimleri, hemen salondan çıkarlar. Orada bin kişi çalışmış ve her birinin rolü var. Film camiası açısında bu bana haksızlık geliyor. Hepsinin emeği var. Sadece yönetmene mâl edilmesini doğru bulmuyorum. Filmlerde emek vermiş herkesin hakkının verilmesini arzu ediyorum.
YAPTIĞIM TÜM İŞLERDE RİSK ALDIM
◊ Reklam için de aynı şey geçerli mi?
- “Bu şunun filmi” diye izler izlemez anlıyorsan hiçbir işe yaramaz. Önemli olan konuyu en iyi şekilde anlatabilmek, kişisel katkılarını içine katarak. Diyelim ki bir reklam filmi yaptın, “Bu şu şirketin filmi, hep böyle yapar” dediğin anda ürüne hizmet etmiş olmuyorsun. Kendi adına hizmet etmiş oluyorsun. Hiçbir reklamda yönetmenin tarzını hissetmemen lazım. Yıllardır buna karşıyım. Sinemada da aynı şeyi düşünüyorum.
◊ Yanlış hatırlamıyorsam yaptığın ilk reklamlarda imzan da yayınlanıyordu...
- İyi hatırlıyorsun. Ama onda durum farklıydı. İmzamın gözüktüğü o reklamlar animasyondu. Çizenin adı yazıyordu. O zaman yaşım küçüktü. Kim yapıyorsa ben de yapıyordum. Yanlıştı.
◊ “Osmanlı Subayı” gibi büyük bir işe girmek risk değil mi?
- Ben hayatım boyunca yaptığım tüm işlerde risk aldım. Mesela 2003 yılında bir sergi açtım ve hiçbir eserimi satmadım. O zamana kadar yaptığım işlerde sanatın o kadar çok unsurunu kullanmıştım ki, akademiden geldiğim için de sanatsal bir tarafım vardı. Bu yüzden sergi açmak istedim. O da bir riskti. Ama ben bu tip şeyleri seviyorum. İçimde sanıyorum gizli bir milliyetçilik de var. Doğru dürüst bir şey yapayım ve “Türkiye’den de biri böyle bir şey yaptı” desin. Bu öyle bir şey...
◊ Bir sergi yapmakla bir Hollywood filmi yapmak arasında çok büyük farklar var ama...
- Filmin bütün prodüksiyonu bana ait değil. Çeşitli sponsorlarımız var.
AMERiKA’DA FiLM YAPMAK KOLAY YAYINLATMAK ZOR
◊ Filmin bütçesi ne kadar?
- 25-30 milyon dolar civarında.
◊ Film martta Amerika’da vizyona girdi. Gişe başarısı ne oldu?
- Gişesi beklentimizin hemen hemen aynısı oldu. Önemli olan yurtdışında oynatabilmekti. Başka ülkelerde de gösterilecek. Amerika’da bir filmi yapmak, o filmi yayınlamaktan daha kolay. Bağımsız bir şirketsen ve de yurtdışından gelmişsen Amerika’da o filmi yayınlatmak çekmek kadar zor. Dağıtım sistemi buradakilere benziyor. Filmin prodüktörlerinden biri Steven Brown adında 25 senelik bir arkadaşım. Bu arkadaşım ünlü bir prodüksiyon şirketinde yıllarca CEO’luk yaptı. Ondan ekibimize gelmesini rica ettik. Çünkü Hollywood’da çevresi var. Bize çok yardımcı oldu.
◊ Film Amerika’da kaç salonda gösterime girdi?
- 300’e yakın salonda gösterildi. Amerika için büyük bir rakam değil. 350 milyon nüfuslu bir ülke sonuçta. Çok büyük bir gişesi olmadı. Duyuyoruz ya 500 milyon dolarlık gişe filan. Öyle bir gişeye sahip olabilmek için tanıtıma en az 100 milyon dolar harcamak lazım. Bizim öyle bir tanıtım bütçemiz yoktu. Amerika’da şu an seyirci sayımız 500 bin. Bizim için çok iyi.
◊ Devamını getirecek misin?
- İnşallah. Üzerinde çalıştığımız bir proje daha var.
ERMENiLER TEPKi GÖSTERİP KARŞI FiLM ÇEKTi
◊ Filme Amerika’daki Ermeni lobisinin tepki gösterdiğini duydum...
- Evet. Bunu zaten bekliyorduk. Ermenileri destekleyen bir film yaptığını farz et. Bir sahnede diyelim ki bir Türk Ermeni’ye tokat attı. Yine Ermeni lobisi tepki gösterirdi. “Osmanlı Subayı” bir aşk filmi. Geçtiği dönem ve bölge açısından o dönemi anlattığı için tepki gösterdiler. Hatta bizim filmden sonra onlar da bir film yaptı. 125 milyon dolar harcadılar. Las Vegas’ın en güçlü şirketinin, hatta MGM’in de sahibi olan Kerkorian’lar tarafından finanse edildi. Ama biz bu projeye 2004 yılında başladık. Film bitmeden de neredeyse hiçbir haberini yapmadık.
◊ Peki, filmi izleyen Amerikalılar nasıl tepki gösterdi?
- Tarafsız olarak izleyenler çok beğendi. Orada küçük bir gala yaptık. Gelenler filmin sonunda ağlıyordu. Bizi çok etkiledi bu. Demek ki dokunabildik. Eğer biri salondan gülerek, kızarak ya da üzülerek çıkıyorsa bil ki film ona dokunmuştur.
◊ Senaryoya, oyuncu seçimine ya da rejiye hiç müdahale ettin mi?
- Ünlü bir cast direktörü ile çalıştık. O da senaryoyu okudu ve en uygun olabilecek isimleri gönderdi. Ama sonunda prodüktörler karar veriyor. 2 ay sürdü oyuncu seçimleri. Bu süreçte çok fazla deneme çekimleri yapıldı.
HALUK BİLGİNER DÜNYAÇAPINDA BİR OYUNCU
◊ Amerika ve Türkiye dışında nerelerde gösterilecek film?
- Hindistan, Pakistan, Yeni Zelanda ve birçok ülkeye göndereceğiz.
◊ Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem’in kadroya dahil oluşu nasıl oldu? O isimlerin belirlenmesinde etkin olmuştur herhalde?
- Şirket olarak karar verdik.
◊ Zaten onların kısa bir rolü var galiba...
- Haluk’un rolü senin geçen sabah programında anlattığın kadar kısa değil. Selçuk benim çok sevdiğim, takdir ettiğim bir oyuncu. Zaten misafir oyuncu olarak geldi. Haluk Bilginer dünya standartlarında bir oyuncu. Selçuk da öyle... Bunu ben söylemiyorum, Ben Kingsley röportajında söyledi bunu.
◊ Ne dedi?
- Haluk için, “Ben seni Cannes Film Festivali’nde seyrettim. Orada da çok beğendim” dedi. Haluk bambaşka bir adam, Türkiye’nin en iyi oyuncusu demek doğru değil, dünya starlarıyla mukayese edilmesi gereken bir adam. Selçuk da öyle, bu filme misafir olarak katıldı, kendisine çok teşekkür ederim. Bu adamların bizim dünya sinemasında beğendiğimiz, hayran olduğumuz oyunculardan farkı yok.
◊ Haluk Bilginer’in İngilizcesi de iyi, Londra’da yıllarca sahneye çıktı...
- Bak sana bununla ilgili ilginç bir şey anlatayım. 30 senedir reklamlarda çalıştığım İngiliz bir prodüktörüm var. Bildiğin İngiliz. Prag’da 3 saat yemek yiyoruz, üçümüz. Yemeğin sonunda İngiliz dedi ki, “Haluk Bey sanki ben İngilizce öğrenmişim de, İngiliz olan sizsiniz. Bir İngiliz’le konuşuyormuşum gibi hissettim kendimi. Siz benden iyi konuşuyorsunuz, nasıl oluyor böyle?” dedi. Hiç abartmıyorum bunu söyledi.
◊ Rolünü nasıl oynadı?
- Bununla ilgili de ilginç bir şey anlatayım. Prag’da Ben Kingsley’le karşılıklı sahne çekecek. Biz kenarda geyik yapıyoruz Haluk’la. Sahneye çağırdılar, o benimle lagara lugara yapan adam bir anda gitti, üzerine subay rolünü anında giydi. Yüzündeki nasıl hızlı bir değişim, anlatamam. Oynadı sahneyi, rolü orada bıraktı, yanıma gelip kaldığı yerden geyiğe devam etti.
Ben Haluk’a hayranım. Oyuncuların “Rolüme aylardır çalışıyorum, doktor olmak için hastaneye gittim, yok hapishaneye girdim” demelerini de anlamıyor. “Yok böyle bir şey, bu oyuncuların uydurması” diyor Haluk. “Ben sabah çocuk oyununda sahneye çıkarım, sonra Shakespeare oynarım, akşam da sette bir gay’i canlandırırım” diyor. “Neyin rolüne gireceksin kardeşim? Rol neyse onu oynayacaksın, gerçek oyuncu bunu yapar” diyor.
YÜZÜNDEKİ 28 KASI KULLANAN BİR TÜRK OYUNCU GÖSTER BANA
◊ Geçen ay Hazal Kaya da vardı senin yanında, Los Angeles’ta...
- Evet, o da geldi galaya.
◊ Sürekli oralara oyunculuk eğitimi almaya gidiyorlar, Amerikan filmlerinde oynamayı hayal ediyorlar. Bizim genç oyuncuların Hollywood’da şansı var mı?
- Bence hiç yok.
◊ Of çok acımasızca söyledin, neden yok?
- Nedenini söyleyeyim; mesela hortum oluyor Amerika’da, muhabirler sokaktaki en sıradan insana mikrofon uzatıyor. Sokaktaki adam çalışmış sanki, o kadar gerçekçi anlatıyor ki... Bu eğitimden gelen bir şey. O sıradan insan yüksek eğitimli olmasa bile, ilkokulda kendini ifade etmeyi öğrenmiş. Kendini ifade etme üzerine bir eğitim sistemi var orada. Sana verilen bir şeyi ezberleyip tekrarlamıyorlar. En önemli şey kendini ifade edebilmeyi öğrenebilmektir. Ondan sonraki oyunculuk eğitimleri ve teknikleri bu temel üzerine biner. Bu temel, yüz kaslarını kontrol edebilmeyle birleştiği vakit o zaman gerçek oyunu görebilirsin işte. Bizim genç kuşak oyuncularda bu gerçek oyunculuk yok. O yüzden Amerika pazarında yer alamazlar.
◊ O kadar acımasız olma, bizde de çok yetenekli genç oyuncular var...
- Dikkat et dizinin belli bir bölümünde rolü çok iyi yapabiliyor bizimkiler. Ondan sonraki bölümde ya işini çok ciddiye almıyor, ya sete geç gelmiş yorgun, ya uzun saatler çalışmış veyahut bir gün önce Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde takımı yenilmiş morali bozuk, onu taşıyor yüzüne. Onu hissediyorsun, hemen bakışlarında, yüzünde görüyorsun.
◊ Amerikalı oyuncularda yok mu bu?
- Şimdi bizim genç oyuncuları Ben Kingsley’le kıyaslamak doğru değil ama ondan örnek vereyim. Adam yüzde 95 mutsuz bir surat ifadesine yüzde 5 mutluluk hissi koyabilecek kadar yüz kaslarına hakim. Bizde “gül” deyince gülüveriyor adam. “Daha az gül” deyince somurtuyor.
◊ Bizim dizilerde oyunculuklar kötü o zaman...
- Türk dizilerinde şuna çok şahit oluyorum; herkes sinirli ve kızgın rolünü çok rahat oynuyor. Bizim oyuncuların hepsi küfür, bağırış, çağırış, sinir, kadına bağırmak, kavga etmek sahnelerinde maşallah çok mahir... Çünkü o kadar kolay ki onu yapmak, kaşları indirdiğin, sesini yükselttiğin anda sinirli olabiliyorsun. Bak sana bir örnek: İki gün önce sevgilin trafik kazasında paramparça olup ölmüş, sen de okulun en başarılı öğrencisi seçilmişsin, yarın ödül alacaksın. Bunu oyna bakalım. Aklında sevgilinin paramparça görüntüsü ama bir yandan da hayatının en büyük başarısını yaşamanın mutluluğu. Suratında aslında büyük üzüntü içinde ama bir yandan da mutlu ifadesini hakkıyla seyirciye geçirebilecek oyuncu var mı o yetenekli dediğin genç arkadaşlar arasında? Yüzümüzde yalnızca mimik yapmakla görevli 28 kas var biliyor musun? Bizim genç oyuncuların hangisi bağırıp çağırmaktan fırsat bulup kaçını kullanıyor acaba?
SiNEMA SANAT DEĞiL TiCARET
◊ Türkiye gişesinden beklentiniz ne?
- Film işi bir sihirdir. Hiç bilemezsin. Bazen bazı şeyler oluyor, film yürüyüp gidiyor. Bazen de her şey tamam diyorsun, film çalışmıyor. Bu sorunun cevabını yüzde 100 bilen kimse yok.
◊ Şahan biliyor işte. “Recep İvedik” yaparsan, yüzde 100 izleniyor...
- Takdir ediyorum bunu. Ben sinemaya müthiş bir şey koyacağım diye bu işi yapmıyor ki Şahan. “Ben sinemaya bir ürün koyacağım ve çok satacağım” diyor. Buna saygı duyuyorum. Hedef kitlesini de çok iyi tanıdığı için o seyirciyi sinemaya çekecek unsurları kullanıyor. Sinemayla ilgilenen herkes böyle düşünmüyor ki. Kimisi güzel görüntüleri olan film yapmak istiyor, kimi senaryonun topluma ulaşmasını istiyor.
◊ Sanat olarak görüyor musun “Recep İvedik” filmlerini?
- Ben görmüyorum ama Şahan da sanat olarak yapmıyor ki. 7. sanat deniyor ama ben sinemayı sanat olarak gören biri de değilim. Sinema ticari iştir.
BİTEN 8 YILLIK EVLİLİĞİNARDINDAN KONUŞMAM
◊ Gömleklerini sen tasarlıyorsun değil mi?
- Bunu nereden biliyorsun? Ben sadece kendim için yapıyorum ama. Çok iyi gömlek yapan bir firma var, ona “Cepleri böyle olsun” falan diyorum.
◊ Takıntılı mısın hayatta?
- Biraz öyleyim galiba...
◊ Evliliğin de bu yüzden bitti belki de...
- Olabilir. Bunlar özel şeyler.
◊ Özel şeyler ama ben soracağım. Enci Teker’le 8 yıllık evliliğin bitmesi neden bu kadar olaylı oldu?
- Dikkatli incelemişsen bu konuyla ilgili ağzımdan hiçbir şey çıkmadığını görmüşsündür. Erkek olarak benim şöyle bir düşüncem var: Birisiyle evliliği götürüyorsun, sonra ayrılıyorsun, yaşı da gençse önünde daha başka bir hayata yelken açabilme imkanı varsa, ben ona zarar vermemek için konuşmam. Her şeyden önce karşı cinse saygım var. Hiçbir şey konuşmam, hiçbir şey de konuşmayacağım. Karşı taraf ne derse desin. Sen 8 sene beraberlik yaşa, mutlu görüntüler sergile, ayrıldıktan sonra “Şunu yaptı, bunu yaptı” de. Bunlar çok çirkin şeyler.
◊ 4 milyon lira tazminat ödendiği konuşuldu.
- Öyle olmadığı zaman içinde çıktı işte. Bilmesi gerekenler biliyor bu işin gerçeğini.
◊ Hep genç sevgililerin oldu. Var mı şu an biri?
- Bak şimdi, girme şunlara Cengiz ya...
◊ Etrafında alımlı, güzel kadınlar gördük hep...
- Olabilir abi, reklamcısın... Doktor hayatı boyunca hemşirelerle beraber çalışıyor, pilotlar hosteslerle. Nasıl ki o sektörlerde bu ilişkiler çoksa, reklamcıysan, bir de yönetmensen de bu doğal. Mesleğin getirdiği bir şey bu, ne yapayım?
Paylaş