Türk gençleri Dağ Başını Duman Almış’ı bilmiyorlar

Almanya’da ya da diğer ülkelerde top koşturan gençlerin Türkiye değil de yaşadıkları ülkenin milli takımını seçmesine kızıyoruz ya...

Milliyetçi duygularımız kabarıyor.
“Sen Türk değil misin” diye kızıyoruz çocuklara...
Aslında kızmamız gereken kendimiz.
Bordeaux-Galatasaray maçında ilginç bir olaya gözlerimle tanık oldum.
Maçın ilk yarısını gurbetçilerin, ikinci yarısını 90 dakika boyunca hiç susmayan taraftarın ortasında izledim.
Susmayan taraftar grubundaki amigolar ve çoğunluk seyirci Türkiye’den gelmişti ve takımı ateşlediler.
Gurbetçi gençlerin bulunduğu bölüm ise onların tezahüratlarına ayak uydurmaya çalıştı.
Neredeyse hepsine de eşlik ettiler, karşılıklı “Sarı-Kırmızı şampiyon Cim Bom” tezahüratları bile yapıldı.
Gurbetçi gençlerin olduğu tribün bir tek yerde sustu.
Öncü tribün Dağ Başını Duman Almış marşını söylerken.
Önce ne olduğunu anlamadım.
şaşırdım kaldım.
Marşa sadece alkışlarla eşlik edebildiler, aralarından bir-kaçı bazı bölümleri söyleyebildi ama çoğunluk sustu kaldı.
Dikkat edin pek çoğu Fransa’da yaşayan, aralarında çok sayıda genç kızın da olduğu gurbetçi Türk gençlerinden bahsediyorum.
Hepsi de aksanlı da olsalar Türkçe konuşuyorlar.
Ama Gençlik Marşı’nı bile bilmiyorlar.
“Neden söylemiyorsunuz” diye sorunca, açıkça “Bilmiyoruz” dediler zaten.
Daha sonra ısrarla marşı söyleyen öncü tribüne seslerini yükselttiler zaten; “Değiştirin bunu” diye...
Elleriyle ağızlarını işaret edip, söyleyemiyoruz bunu dediler, marşı değiştirin işareti yaptılar.
Maç boyunca üç defa söylendi tribünde Gençlik Marşı, üçünde de aynı tepkiyi verdi Avrupa’da yaşayan üçüncü, belki dördüncü kuşak Türk gençleri...
ıstiklal Marşı’nı biliyor musunuz diye sormaya dilim varmadı.
Alacağım yanıttan korktuğum için...
şimdi bu çocukların içinden futbolda ya da başka bir dalda Türkiye’yi değil de Fransa’yı seçen çıkınca oturup kızacağız ha...
“Siz ne biçim Türk’sünüz” diyeceğiz.
Oturup kendinize kızın.
Kalbi tartışmasız büyük bir Türkiye sevgisiyle atan bu gençler için üç kuşaktır ne yapıyoruz diye.
Kendi kültürünüzü, hadi onu geçtim bir Gençlik Marşı’nı bile öğretememişiz diye...

Sarkozy, Erdoğan farkı...

Paris’te kahvelerimizi getiren genç garson, elimde dergileri görünce Sarkozy’nin gazete açılımının gençler arasında ne büyük memnuniyetle karşılandığını anlattı.
Bu yıl 18 yaşına basan gençlere bir yıllık gazete aboneliği veriyor Sarkozy.
“Gidin istediğiniz gazeteyi alın, parasını devlet ödeyecek” diyor.
Nedeni ise çok basit; “Gazete okumak genç yaşta kazanılan bir alışkanlıktır”...
Tirajları sürekli düşen ve krizden etkilenen yazılı basına da en büyük desteği vermiş oluyor.
Bir yıl boyunca proje iyi giderse, önümüzdeki yıl 18 yaşına basanlar için de uygulanacak.
Bundan 20 yıl sonra bizde gazeteler batıp, tirajlar yerde sürünüp Fransa’da hâlâ gazete okunuyor olursa Sarkozy’yle Erdoğan arasındaki bu farktan kaynaklanacak işte...
Sarkozy muhalifmiş, komünistmiş, liberalmiş bakmadan tüm medyanın yaşaması için en büyük desteği verirken Erdoğan, bırakın desteği sevmediği medyayı batırmak için elinden geleni yapıyor.
Doğan Grubu’na 826 milyon lira ceza kesiyor.
Dünyanın her tarafındaki medya için bu krizde böyle ceza çok büyük para demek.
Konuştuğum birçok maliyeci arkadaşım da miktarı rasyonel bulmadığını söyledi.
‘Sen yaşama, seni istemiyorum’ demekten başka bir şey değil aslında bu kesilen ceza...
Üstelik yıllarca vergi şampiyonu olmuş, itibarlı, bugüne kadar hiçbir şaibeli işte adı geçmeyen birine yapılıyor bu.
Sarkozy’yle Erdoğan’ın medyaya bakışı arasındaki farkı Paris’ten bakınca çok daha iyi gördüm.
Dönmesem mi geri, kalsam mı burada acaba, 18 yaşında da değilim ki Sarkozy’den gazete aboneliği isteyeyim.

Arda sevgisi

Yıllardır Türkiye’de maç izlerim kadın seyircinin, bir futbolcuya duyduğu sevgiyi bu kadar yüksek sesle dile getirdiğini görmedim.
Maçın ilk yarısını gurbetçi gençlerle izledim dedim ya, aralarında çok sayıda genç kadın taraftar vardı.
Hepsinin de gözü maçtan çok Arda’nın üzerindeydi.
Ne zaman top ayağına gelse, tribünden çığlıklar yükseldi.
Her seferinde “Ardaaaa” diye bağıran sesler duyuldu.
Gurbetçi genç kadınların tam bir sevgilisi haline dönüşmüş durumda Arda...
ıçlerinde “Fenerbahçe’liyim ama Arda’yı izlemeye geldim” diyenler bile vardı...
Ben yıllardır kadın taraftarın bu kadar gönlünü çalan başka bir futbolcu görmedim.
Ama o Arda, maç sonunda kendisini tribüne çağıran kadınların sesine kulak asmadı, uzaktan bir el sallamakla yetindi.
Diğer futbolcular da tribüne gitmeye üşendi.
Avrupa maçlarında bunu yapmayın bari çocuklar, o gurbetçiler gerçekten seviyor çünkü sizi...

Hızlı tren çok modern

Aynı yolu otomobille 5-6 saatte gitmeyi mi tercih edersiniz, 3 saatte trenle mi?..
Özel bir nedeni yoksa, ilkini yapmak için deli olmak lazım değil mi?..
Paris’ten Bordeux’ya araba mı kiralayalım, trenle mi gidelim diye düşünürken bizde aynı sonuca vardık; Deli miyiz biz arabayla gidelim? 68 euro verdik trene bindik.
Paris garında bizden önce bilet kuyruğunda bekleyen isim de tanıdıktı; Mesut Yılmaz.
Mesut Bey’in hasta Galatasaraylı olduğunu bilmeyen yok, ayak üstü takımı konuşurken biz 12.00 trenini kaçırdık, Yılmaz’la beraber 14.00 trenine bindik.
Paris’le Bordeux arası 584 kilometre, bizim ıstanbul-ızmir arası (564 kilometre) kadar.
şimdi ıstanbul’dan ızmir’e 3 saat 15 dakikada trenle gidebilsek, kim arabayla hatta uçakla bu yolu gitmek ister.
Trenin barında takıldık, bilgisayarı açtık (internet bağlantısı yok ama Avrupa trenlerinde, büyük eksiklik), uyuduk...
Bunların hangisini arabada yapabilirsiniz?..
Ne zaman Avrupa’da bir şehirden diğerine trenle gitsem bu kolaylık neden bizim hayatımızda yok diye üzülüyorum...
Ama devrilmeyenlerinden...
Yazarın Tüm Yazıları