Paylaş
Eve gelen 19 litrelik su damacanasının polikarbon yerine cam olmasını istiyorum.
Sadece cam şişedeki zeytinyağlarını satın alıyorum.
Marketlerde litrelik ve küçük pet şişelerin yanında cam şişelerde de su satılmasını talep ediyorum.
Geçen gün bunları yazdım. Meğer ne çok aynı şeyleri isteyen okur varmış.
“Pet şişede su istemiyoruz” diye sesimizi yükseltmeye karar verdik.
Bu arada Paşabahçe Cam Ambalaj Grup Başkanı Teoman Yenigün aradı... Aklımdaki soruları sordum iyi haberler aldım. Aktarayım...
Cam şişe petten daha pahalı olduğu için tercih edilmiyor. Ancak bu küçük farkı verecek ciddi bir tüketici var Türkiye’de...
Paşabahçe, su ve zeytinyağı firmalarıyla sürekli temas halinde. Cam şişe için en uygun maliyetle tasarım desteği veriyorlar.
Kestane ve Pınar dışında cam şişeye yatırım yapan firma yok. Kestane’nin hem litrelik hem de küçük olmak üzere piyasaya sürdüğü sular mekanlarda kullanılmaya başlandı.
Pınar, 2011’de şişede tasarım değişikliğine gidiyor. Cam şişelerde suya daha fazla yatırım yapacak.
Şu sıralar Sırma, cam şişeye geçmek için hazırlık yapıyor. 2011’de Sırma da suyu cam şişede satacak.
Hamidiye, Taşdelen de klasik şişelerinde üretime devam ediyor.
Şişecam, yeni yılda, içindeki suyla birlikte 12 kilogramı geçmeyecek cam damacanalar üretecek. Kırılmaması için dışında koruyucu olacak.
Şişecam öncelikle litrelik ve küçük şişelerde, sonra damacanalarda cama geçilmesi için çalışıyor.
Zeytinyağ üreticileri 3-5 bin şişe istedikleri için maliyet yüksek oluyor. Bu yüzden plastik şişe tercih ediyorlar ya da yurtdışından ithal ediyorlar.
Teoman Yenigün su sektörünün zeytinyağından çok daha hızlı cam şişeye geçeceğine inanıyor.
Bize düşen de tüketici olarak balıkçıda, restoranda, markette cam şişeyi istemek.
Hem sağlığa hem de çevreye zararlı pet şişeyi hayatımızdan mümkün olduğunca çıkarmak.
Kısa kısa
Aykut Kocaman-Şenol Güneş tartışmasında gönlüm Şenol Güneş’ten yana. Bakış açısıyla, söyledikleriyle çok daha olgun bir duruş sergilediği için...
Ömür Gedik, “Protesto etmek için kürk giyiyorum” sözünü etmemiş. Bence yapması gereken, sahte de olsa hiç kürk giymemek. Sonuçta bize sivrisinekleri bile öldürtmeyen birinden bahsediyoruz arkadaşlar...
Köşe yazılarında “Hay bin kunduz” klişesinin kullanılmadığı günü iple çekiyorum ve o günün “gazeteciler bayramı” olarak kutlanılmasını öneriyorum.
Biliyorum, dün yazdığım Sırp filmi yüzünden pek çok okurun günü kötü geçti. Ama ben söylemiştim izlemeyin diye...
“Babacanlık yaptı ya da ayıp etti” diye neden tartışıyorsunuz ki? Bir büyük kulüp başkanı bir büyük takımın kaptanına ‘ulan’ diye hitap ediyorsa, Türk futbolunun bulunduğu seviye ortadadır.
Çarşı’nın Lefter’i
Dün Çarşı’nın sitesi forzabesiktas.com’a girenler, ana sayfada sadece Fenerbahçe formalı Lefter’in fotoğrafıyla karşılaştılar.
Yanında Lefter’in ağzından şu cümleler yazıyordu:
“Çok gençtim... Her kulüp peşimdeydi... Ciddi ciddi Beşiktaş’a gidiyordum...
Korktum... Heybetinden çekindim...
Baba Hakkı’nın olduğu yerde belki elim ayağım birbirine dolanır dedim ve Beşiktaşlı olmaktan vazgeçtim...”
Bu sözlerin altına Çarşı şu notu düşmüş:
“O gün gelmedin ya dert değil, bugün ta cevahirimizin ortasındasın.
Saygına hürmetimiz var! Geçmiş olsun...”
Bu eskiler o kadar büyük oyuncularmış ki, futbolu futbol yapan güzellikler hâlâ onlar sayesinde ortaya çıkıyor...
Köşe yazısı kitap olmaz
Yıllardır söylüyorum; köşe yazılarından kitap olmaz, bu okuru kandırmaktır diye...
Hıncal Uluç ısrarla itiraz ediyor.
Köşe yazarı zaten yazdığı yazının parasını gazeteden alıyor, okur da o yazıyı okumak için para ödüyor.
Öyleyse aynı malı ikinci kez okura satmak da ne demek?
Hıncal Abi aynı telefonu, aynı arabayı iki kez satsalar sana ne dersin?
80’li yıllarda yazılarını topladığı kitaplardan söz ediyor Hıncal Uluç... İyi ki de yapmış, o zaman internet yoktu.
Bugün öyle mi?
İstediğin yazarın istediğin yazısı internette arşivde, isteyen anında açar okur.
Peki nereden çıktı bu tartışma yeniden?
Sevgili Metin Sever, Sabah’ın hafta sonu ekindeki Darbeder köşesinde yazdığı yazıları aynı başlıklı bir kitapta toplamış.
Bizim bu tartışmamızı bildiği için de, “Köşe yazılarından kitap olur mu” diye başlamış önsözüne.
Hep söylüyorum ya bir gün gazete yazılarımı toplarsam ben de aynı cümleyle başlayacağım kitaba diye...
Paylaş