Paylaş
Yıllarca dinlediğimiz ünlü şarkıların da, son yıllardaki popüler parçaların da Arapça’dan Yunanca’dan alındığını kanıtlayanlar da hep radyocular oldu...
Son iddia ise Yalın’ın yeni şarkısı Bit Pazarı’nın, Eurovision birincisi Norveç’in şarkısından çalındığı...
İki şarkıyı peşpeşe çalıyorlar, miksleyerek yayınlıyorlar ve Yalın’ın parçayı aşırdığını söylüyorlar.
İşin ilginci gerçekten şarkılar birbirlerine benziyorlar, özellikle de giriş bölümü...
Peki Yalın bunu bilerek yapnmış olabilir mi?
Deli olması lazım...
Aylardır herkes Norveç’in şarkısını konuşurken, Eurovision’un en büyük favorisi olarak bu şarkı gösterilirken Yalın’ın kalkıp bu şarkıyı çalması, üstelik bunu çıkış parçası olarak seçmesi için deli olması gerekir...
Bu yüzden ihtimal vermiyorum böyle bir olasılığa.
Ancak yaptığı savunma da doğru değil Yalın’ın...
Zalim şarkısının Zamer ismiyle söylendiğini, Greschina olarak Bulgarca’ya çevrildiğini, Rusça, Arapça, Sırpça ve Yunanca’ya birebir kopya edildiğini söylüyor Yalın...
“Zalim bu ülkeler tarafından çalındığında niye kimse duyarlılık göstermedi” diye sitem ediyor.
Yani, “Benim şarkımı çaldıklarında sesini çıkarmayanlar niye şimdi sesini çıkarıyor” demeye getiriyor, saki gerçekten çalmış gerçekten suçluymuş gibi savunma yapıyor.
Ayrıca dünyanın iki ayrı yerinde iki ayrı insan birbirine yakın şeyleri düşünüp yaratabilirler.
Belki eskiden de böyleydi, benzer reklamlar, benzer şarkılar, benzer kitaplar yazılıp, yapılıyordu ama bugünün teknolojisi olmadığından farkında değildik...
Bugün ufak benzerlikler bile anında yakalanıp çalıntı diye sunulabiliyor.
Hadise’yi bana konuk gelmediği için eleştirmişim
Hadise dün itibariyle menajeri Süheyl Atay’la yollarını ayırdı.
Geç de olsa yanlıştan döndü...
Başlıktaki iddianın sahibi de giderayak açıklama yapan menajere ait...
Bu iddiada bulunması bile, Hadise’nin başından beri nasıl yanlış isimlerle çalıştığının kanıtı...
İsim vermeden beni eleştiriyor. Diyor ki;
“Bazı köşe yazarları aynı zamanda yaptıkları televizyon programlarında Hadise’yi konuk etmek istediler.
Kendilerine nezaketle bu konudaki taleplerin yoğunluğundan ve taleplerini kabul etmemiz durumunda başka kişileri ya da kurumları üzebileceğimizden söz ettik.
Tepkiyle karşıladılar.
Bu tepkilerini köşelerinde bizzat ismimi vererek ve Hadise’nin yönetim zaafiyetinden söz ederek gösterdiler...”
Yani konuk gelmediği için ben Hadise’ye ve menajerine saldırmışım...
Boşuna kötü yönetiliyor demiyorum ben, işte giderayak Hadise’yle köşe yazarlarını karşı karşıya getiriyor.
Olayın doğrusu şudur;
Hadise ve Sinan’ı (Akçıl) telefona bağlamak istedim yarışmadan bir gün önce. Menajeriyle falan da hiç konuşmadım, Sinan’dan rica ettim.
Sinan, “Ben çıkar konuşurum ama Hadise için söz vermeyeyim” dedi.
Ben de, “Yanında olursa verirsin, iki laflarız” diye telefonu kapadım.
Sinan’a yayında, “Hadise yanında mı” diye de sordum, “Yok BBC’yle röportajda” deyince “İyi dileklerimizi ilet kendisine” diyerek yayını bitirdim.
Yani benim açımdan ne bir kızgınlık var Hadise’ye ne de menajerlerle muhatap olma durumu...
Hadise’nin kötü yönetildiğini sadece ben söylemedim, TRT’ciler bile yaka silkmiş durumda sanatçıların yanındakilerden.
Neyse ki Hadise ve ekibi gerçekleri görüp manajerle yollarını ayırdı. O yüzden bu açıklamaları yapıyor şimdi Süheyl Atay.
CNN Türk’te bana konuk gelmeyenlere tavır alıp eleştirecek olsam, her gün başka şey yazacak yerim kalmazdı bu sayfada.
Hadise’yi kararından dolayı kutlarım. Umarım bundan sonra kendisine gerçek bir sanatçı gibi davranacak olanlarla çalışır...
Not defteri
İki tane Moleskine not defterim vardı; biri Barcelona diğeri Berlin...
Şehrin haritaları, önemli telefonları, metro istasyonları bulunur bu not defterlerinde, kara kaplıdır, üzerinde mutlaka bir lastik bulunur...
Kapağının üzerinde uçak bileti gibi hazırlanmış kağıtta şehrin adı yazılır.
200 yıllık bir geçmişi vardır bu not defterlerinin.
İlham perisini kaçırmak istemeyen Fransız şairler için Paris’te küçük bir kırtasiyede doğmuştur.
Pablo Picasso, Ernest Hemingway, Oscar Wilde, Van Gogh, Hanry Mattise’in not defteri olarak bilinir...
Bu yüzden pahalıdır.
1997’de tekrar üretilmeye başlandığında çeşit çeşit defterler yaptı, cep telefonlarının bilgisayarların kağıt kalemi unutturduğu modern zamanlarda Moleskine not almayı hatırlattı...
Önceki gün bir baktım masamda İstanbul Moleskine duruyor.
Meğer ‘city notebook’ serisine son olarak İstanbul’u da eklemişler.
Kitapçılarda deftelerler ve kalemler arasında saatler geçiren biri için bundan güzel hediye olamazdı...
Hatta bir de sergi açıyorlarmış; sanatçıların tasarladığı, notlar aldığı Moleskine defterleri sergilenecekmiş.
Dünyaca ünlü 50 çağdaş sanatçının tasarladığı bu defterler, 21 Haziran’a kadar Santral İstanbul’da olacak.
Hemen dünün tarihini atarak ilk notumu aldım; “Santral İstanbul’da Moleskine sergisine git” diye...
Bitince Barcelona ve Berlin’in yanına kaldıracağım onu da...
Komik olmayın
Tuğba Özay İtalyan sevgilisi Ludovic’le yaptığı düğünün görüntülerini bir televizyon kanalına satıp, gelirini de UNICEF’e bağışlayacakmış.
İyi, güzel hayırlı bir iş düşünmüş de kim alır Tuğba Özay’ın düğün görüntülerini...
Bu kriz döneminde bütçeler kısılmışken, hangi televizyon kanalı binlerce on binlerce para verip Tuğba Özay’ın düğün görüntülerini satın alacak, var mı böyle bir yönetici...
Ünlülere hep söylüyorum.
Düğün görüntünüzü, çocuğunuz ilk resmini ‘dünyanın en önemli fotoğraf kareleri’ zannedip, medya kuruluşlarına satmaya kalkmayın...
Hayır için de olsa bu işe soyunmayın diye ama dinleyen yok.
Türkiye, Hollywood gibi değil...
Kimsenin düğünü, kimsenin çocuğu büyük ratingler büyük tirajlar getirmiyor bu coğrafyada, bu yüzden de medya bunlara para ödemiyor, ödese de üç otuz kuruş para veriyor.
Yurt dışında da zaten bu tür görüntüleri en çok dergiler sever, dünyanın parasını verip fotoğraf/görüntü satın alır.
Söyler misiniz bana Türkiye’de kimin düğün/çocuk görüntüsü hangi derginin tirajını ikiye katlar?
Ünlülerimiz bu gerçekle yüzleşse hiç fena olmayacak artık.
Paylaş