Paylaş
Az sonra yazıyı bitirip o kalabalığa karışacağım ama size önce Los Angeles’tan ilk izlenimleri aktarayım...
Hollywood soğuk
Bu mevsimde ilk kez Los Angeles’ı bu kadar serin görüyorum, Emmy töreninde bir hava sürprizi
olmazsa iyi...
Burada da sezon başı billboard’lar yeni dönemin TV yapımları ve yeni sinema filmlerinin tanıtımından geçilmiyor.
Amerikan polisinin Asena aşkı...
Los Angeles Havaalanı’nda pasaportumu uzattım, vize işlemlerini yapıyor görevli polis...
- Gazeteci misin?
- Evet...
- Ne için geldin?
- Emmy ödül törenine katılacağım...
- Oh müthiş, ünlülerle yan yana olacaksın...
- Heee...
- Esina’yı tanıyor musun?
- Esina??? Esina?
O da kim?
Ben zannediyorum ki bir Hollywood ünlüsünden bahsediyor.
“Turkish belly dancer” deyince anladım, meğer bahsettiği bizim Asena’ymış...
Bir gün önce Londra uçağıyla gelmiş Asena, ama polisin aklı orada motoru yakmış.
Ben de o kadar havaalanı polisi içinde bir gün sonra Asena’ya işlem yapan polisi bulmuşum...
Soruları bitmedi...
- Çok ünlü mü Türkiye’de?
- Nasıl dans ediyor?
- Çok güzel ama değil mi?
- Evli mi?
- Kaç yaşında?
“Hooop birader uzattın ama” diyeceğim, sonuçta mühür onun elinde, vize onayını uzatacak diye tırsıyorum.
“Evet, arkadaşım” desem telefonunu falan isteyecek, o derece...
“Hiç tanımıyorum kendisini” deyip kesip attım.
Mutsuzca pasaportumu onayladı.
Anladım ki Asena müthiş bir rüzgarla giriş yapmış Los Angeles’a...
New York’ta biber gazı yiyen kim?
Hadi canım New York’ta da biber gazı mı var demeyin.
Ece Sükan yemiş işte, canını zor kurtarmış...
Los Angeles’a geçmeden önce, Moda Haftası’nı takip etmek için New York’taydı Ece geçen hafta...
Bindiği taksi bir anda biber gazıyla dolmuş. Ne olduğunu anlamadan öksürerek, gözyaşlarına boğularak taksiden zor atmışlar kendilerini dışarı.
Olay sonradan ortaya çıkmış. Arkadaşının taksiye bıraktığı biber gazı spreyiyle oynuyormuş taksici...
Bir anda patlamış sprey ve ortalık biber gazı olmuş.
Daha da ilginci ne biliyor musunuz? Bir süre sonra yeniden taksiye binmişler ve gideceği yere götürmüş taksici Ece Sükan’ı...
“Lütfen benden davacı olmayın” diye de defalarca yalvarmış.
Amerika’da en ufak şeyde, herkes herkesten davacı olabiliyor.
Güzel olan; hakkını da alıyor...
İleri demokrasi dediğin bizdeki gibi değil, takside yanlışlıkla biber gazı yiyeni bile koruyor...
Salata deyip geçmeyin
Önce restoran menülerine yeşillikten terfi ederek çok iddialı giriş yaptı salata...
Sonra hepimiz 20 liraya, 25 liraya salata olur mu diye isyan ettik... Daha sonra alıştık, hatta diyet dönemlerinde ana yemeklerin yerini bile aldı...
Los Angeles’ta şahit oldum; salata dediğimiz şeyin çıtası daha da yükselmiş.
Daha fazla statü kazanmış, itibarı yükselmiş. Boa adlı steakhouse’da salata bir ritüel halinde masaya geliyor. Cesar salata sipariş ettik.
Özel bir aşçı, malzemelerin olduğu kendi servis masasıyla, masamızın yanına geldi.
“Limona, bibere, hardala alerjiniz var mı” diye sordu, sonra kocaman tahta bir çanağın içinde salatayı yapmaya başladı. Nasıl hünerli, nasıl becerikli...
Zannedersin salata değil, yağlı boya tablo yapıyor adam...
İzlemesi bile başlı başına keyif... Sonra üç tabak olarak servis etti; biri bana, biri Ece Sükan’a, biri de Foxlife’tan Melisa Eyiakkan’a...
Ben hayatımda bırakın Cesar salatayı, bu kadar lezzetli salata yemedim...
Sonra hesaba baktım, tanesi 17 dolar bu salatanın...
Dedim ya salata deyip geçmeyin diye...
Dünya restoranlarında baş köşeye oturmuş durumda.
Nusret mi, Boa mı?
Los Angeles’a bu 7 belki de 8’inci gelişim, dünyada en çok seyahat ettiğim şehir oldu burası.
En çok pozitif havasını ve yeme içme yanını seviyorum bu şehrin.
Burada kötü yemek yeme şansın neredeyse sıfır. Boa geçen sene keşfettiğimiz ama benim yemek yiyemediğim bir steakhouse’du...
Bu sefer uçaktan iner inmez gittik.
40 gün dinlendirilmiş bir et sipariş ettim ben.
Ece ve Melisa da öyle...
Müthiş lezzetliydi...
İki şişe şarap da vardı masada ve Nusret’le eşdeğer bir fiyat ödedik...
Hangisi daha lezzetli derseniz, ben Boa derim çünkü hâlâ Nusret’e gitmedim...
Annelik böyle bir şey
Los Angeles-İstanbul uçağında Tuba Ünsal ve 2,5 yaşındaki kızı Sare de vardı...
Tuba doğum yapmaya gidiyordu.
Hem karnı burnunda, hem elinde 2,5 yaşındaki kızı... “Yalnız mısın?” diye sordum.
Eşi Mirgün Cabas işleri nedeniyle gelememiş, 15 gün sonra gelecekmiş yanlarına...
New York’tan tuttuğu bakıcıyla Los Angeles havaalanında buluşacaklarmış.
“Üstelik ilk kez bu kadar uzun uçuş yapıyoruz Sare’yle” dedi...
Bir ara yanlarına gittim, “Sare’yi bana ver, sen uyu biraz” dedim.
14 saatlik yol boyunca sadece yarım saat kadar uyuyabildi. Zor bir yolculuktu onun için.
Hiçbir erkek buna cesaret edemez...
Hiçbir erkek bu zahmete katlanmaz...
Annelik böyle
bir şey işte...
Paylaş