Ben yabancı bir şehre gittiğimde turist olarak değil de, oranın sakinleri gibi yaşamayı severim.
Bu yüzden metrolarını da merak ederim, sokak pazarlarını da, o şehirde yaşayanların tercih ettiği turistik olmayan barlar, gece kulüplerini de... Marketlerinden alışveriş yaparım. Şehirde kaybolmayı severim. İlk kez gittiğim bir şehirde metroya atlayıp, hiç bilmediğim bir durakta, hiç bilmediğim bir semte çıkmışlığım çoktur. Bu yüzden dünya metroları hakkında az çok deneyimim var. Londra, Paris, Moskova, New York, Barcelona, Viyana, Bangkok, Buenos Aires metrolarında seyehat ettim. İstanbul metrosunu da ilk açıldığı günden bu yana kullanırım. 4 yıl önce Taksim-Gayrettepe hattıyla her sabah işe gidip her akşam döndüm... Öncelikle şunu söyleyeyim; Dünyanın en temiz ve en güvenli metrolarının başında gelir İstanbul. Hem istasyonlar hem de vagonların içi hâlâ şaşırtıcı derecede temizdir. Bu şehrin Sirkeci-Halkalı banliyö kültürünü de bildiğimizden ilk açıldığı dönemde iki-üç yıla kalmaz mahvolur bu metro istasyonları demiştik. Öyle olmadı, şehrin sakinleri de görevliler de büyük bir özen gösterdi metroya. Oysa dünyanın pek çok metrosu bu konuda sınıfta kalır. Pek çoğu döşemeleri yırtılmış, duvarlarına yazılar yazılmış, camlarına çıkartmalar yapıştırılmış, sağa sola yemek artıkları bırakılmış, okunmuş gazetelerin yerlere atıldığı ve pislikten geçilmeyen vagonlara ve istasyonlara sahiptir. Avrupa’nın en uzun metroları Londra, Moskova, Paris, Berlin, Madris, Stockholm ve St. Petersburg olarak sıralanır. Tamam bizim 14 kilometrelik İstanbul metrosu uzunluk konusunda bunlarla boy ölçüşemez. Tamam her ne kadar Başbakan tarafından açılışı yapılsa da 4. Levent-Maslak arası hâlâ sağlıklı çalışmamaktadır. Tamam yıllardır bitmeyen bir metro kazısı vardır. (Aslında burada da haksızlık yapmamak lazım, her şehrin kendine özgü koşulları var. Amsterdam’daki metro kazısı da yıllardır bitmiyor. Onlar şehrin her yerindeki su kanallarıyla boğuştukları, biz de tarihi eserlerle karşılaştığımız için iş uzuyor.) Ama olduğu ve kullandığımız kadarıyla bile İstanbul metrosunun pek çok özelliği dünya standartlarının üzerindedir. Kendimize bu konuda haksızlık yapmayalım. Bu işin temelini atan Nurettin Sözen’den başlayarak emeği geçen herkesi kutlamak lazım. İstanbul metrosu bu kadar modernken, metrobüs denilen ucubenin bu şehirde dolanması da bir o kadar üzücüdür.
Ya futbol hatasız oynansaydı
Hakemler eleştiriliyor, penaltılar verilmiyor, haksız kırmızı kartlar çıkıyor, kulüpler bildiriler yayınlıyor, federasyon hemen cevap veriyor... Bunların hepsi maçlardaki yanlış düdükler yüzünden oluyor. Peki tam tersini düşünün. Maçlarda hakem hatasının sıfıra düştüğünü... Bu çok zor değil aslında, FIFA istese bunu başarabilir de. Yardımcı hakem sayısını artırır, gol çizgisi hakemi koyar, çizgilere sensörler yerleştirir... Hatta masa başı hakemi koyar, bu hakem TV’de gördüğünü orta hakeme anında iletir. Yani isterse bunların hepsini yapabilir. Peki teknolojiyi kullanarak ve hakem sayısını artırarak maçlardaki hakem hatasının sıfıra yakın bir noktaya geldiğini düşünün... Ne olacak? Her hafta sonu Erman Toroğlu’yla Şansal Büyüka 3 saat ekranda ne konuşacak? Hıncal Uluç, 90 Dakika’da neyi yorumlayacak? Rıdvan Dilmen kimlere köpürecek? Taraftarlar sitelerde, kahvelerde, barlarda neyin tartışmasını yapacak? Hatta hakem kararları olmasa gazetelerin spor sayfaları hafta içi ne yazacak, spor yazarları köşelerini nasıl dolduracak? Bir anda futbol yavanlaşacak, 90 dakikada başlayıp biten bir oyun haline dönecek. Hakem tartışmaları, polemikleri, yanlış kararları olmasa futbol gündemi bu kadar işgal etmeyecek, belki de insanlar başka spor dallarıyla ilgilenmeye başlayacak. Bu FIFA’nın işine gelmeyeceği gibi, erkeklerin elindeki en eğlenceli oyuncakları da alınmış olacak. O yüzden dua edin hakem hataları var yoksa.