Haydi kadınlar Boğaz’a yüzmeye

İstanbul sahilleri sadece erkeklere mi ait?

Haberin Devamı

Havanın güzel olduğu bir hafta sonu sahilde bir yolculuğa çıkın bakalım ne göreceksiniz:

Denize giren, güneşlenen insanlar...

Ama sadece erkekler...

Tek bir kadını güneşlenirken ya da denize girerken göremezsiniz Boğaz’da...

Nedeni çok basit: Rahat edemezler çünkü...

Bu hafta sonu sahil yolundan Sarıyer’e doğru giderken, yine aynı manzarayı gördüm...

Kadınlara yapılmış ne büyük bir haksızlık...

Yasak değil ama yaşadığı şehrin denizini, sahilini kullanmaktan fiili olarak men edilmiş durumdalar...

Oysa rahat edeceklerini bilseler eminim arkadaşını, çocuğunu, şemsiyesini almış Boğaz kıyısında güneşlenen, denize giren kadınlara da rastlarız...

Bir şehrin kıyılarında kadınların ve çocukların sesi yoksa, o şehir en güzel rengini kaybetmiş demektir...

Bir hayalim var:

Haberin Devamı

İstanbul’un denizi, güneşi seven kadınları bir araya gelse, “Sahiller bizim de” dese...

Çocuklarla birlikte güneşlenip denize girse...

O zaman erkekler her şeyin sahibi sanmaz belki kendilerini...

New York Post’a da para mı verdi

Nusret için “Amerika’da yapamaz” dediler, “Orası Dubai değil” dediler, Nusret bulunmadığı zaman dükkanına kimse uğramaz dediler...
Ama adam New York’taki dükkanı doldurmayı başardığı gibi “New York’un en seksi ve gözde 25 bekarı” listesine de girdi...
Listeyi hazırlayan da New York Post gazetesi...
Nusret’in tuzlama hareketi için dünyaca ünlü PR şirketlerine milyonlarca dolar verdiği iddia edilmiş... Narcos’un tanıtımında rol almak için para ödediği bile söylenmişti...
Listeye girmek için New York Post’a da para yedirdiğini söyleyen çıkar mı acaba?
Sakın “Rahmetli ‘Deprem Dede’miz Ahmet Mete Işıkara da Türkiye’nin en seksi erkeği seçilmişti” demeyin bana...
Nusret’in hakkını teslim edin...
Not: Bu arada Kapalıçarşı Sandal Bedesteni kapısına asılan Nusret tabelası gerçekten kötüydü...
Tarihi yapıya yakışmamıştı, tepkiler sonrasında hemen kaldırılması çok doğru oldu...

Netflix mi, Amazon Prime Video mu?

Eğlence platformları hepimizin aylık bütçesinde giderek koca bir kara delik açmaya başladı...

Bu kara delik de her geçen gün büyüyor.

Haberin Devamı

En son çok lazımmış gibi Amazon’un Prime Video’suna üye oldum...

Tıpkı Netflix gibi çalışan ve Netflix’i bitireceği söylenen platform...

Olduktan sonra da düşündüm.

Her ay bir şekilde para ödediğimiz eğlence platformlarının sayısı nasıl arttı: Digiturk, D-Smart, Netflix, BluTV, Prime Video, Spotify, Apple Store, Apple Music, Google Play...

Her ay bir şekilde para alıyorlar bizden...

Geçen gün eşim Berna, “Hulu’ya abone olalım mı?” deyince kendimi kaybedip kablolara saldırmışım, “Evdeki her şeyi söküp atacağım” diye...

Neyse sadede geleyim.

Prime Video’ya üye olduktan sonra ilk dizimi izlemeye başladım: The Man in the High Castle...

Bu diziyi sonra anlatırım ama tabii ilk üye olunca yeni platformda ne var ne yok diye kurcalıyor insan.

Haberin Devamı

Her önüne gelen diziye girip çıkıyor, bu film var mı acaba diye arıyor, daha mı iyi diye platformun içinde sörf yapıyor...

İlk bir haftalık deneyimimden sonra açıklıyorum:

Netflix, Prime Video’yu fena halde döver arkadaşlar...

Hem içerik olarak çok daha zengin hem de görsel olarak. Prime Video’nun görselliği eski videocu dükkanına benziyor, Netflix ise çok daha estetik... Netflix’in orijinal yapımları daha zengin, Prime Video’nun daha 40 fırın ekmek yemesi lazım...

The Man in the High Castle iyi bir dizi, ondan sonra ne izlerim bilmiyorum.

Üyeliğimi de hemen iptal etmem ama an itibarıyla oyum Netflix’e...

Ben hep Mesut’çuyum...

Mesut Özil, Türkiye yerine Almanya Milli Takımı’nı tercih ettiğinde yerden yere vurulurken de... “Türk değil” diye hakaretlere maruz kalırken de ben hep Mesut Özil’i savundum...
2010’da oynanan Almanya-Türkiye maçında Berlin Olimpiyat Stadı’nda her topu ayağına aldığında nasıl yuhalandığına tanık olduğumda da “Mesut’a bunu yapmayın” diye yazdım... O gün sonuna kadar Mesut’çuydum...
Bugün yapılan ırkçılığa karşı isyan ettiğinde de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la çektirdiği fotoğraf yüzünden linç edildiğinde de, yaşadıklarına tepki olarak Alman Milli Takımı’nı bıraktığında da sonuna kadar Mesut’çuyum...
“Kazanırken Alman, kaybederken göçmenim” sözü, yeşil sahaların en içten anti-faşist söylemi olarak şimdiden futbol tarihine geçti bile... Ben dün de Mesut’çuydum, bugün de... Olmayanlar
düşünsün...

Haberin Devamı

Türk yüzücüler bir tek Boğaz’da mı başarılı?

Boğaziçi Yüzme Yarışı, İstanbul’da düzenlenen en güzel etkinliklerden biri...
Üç yanımız denizle çevrili olmasına rağmen denize bir o kadar uzak, bir o kadar mesafeliyiz...
Bu yarış en azından denizi, Boğaz’ı hatırlatıyor bize... 30 yıldır yapılması, bu sene 2 bin 400 kişinin katılması, öncesi ve sonrası çok renkliydi...
Emeği geçen herkese tebrikler...
Benim merak ettiğim tek bir şey var ama:
Türk yüzücüler uluslararası şampiyonalarda tek bir madalya alamazken nasıl oluyor da Boğaziçi Yüzme Yarışı’nı hem kadınlarda hem erkeklerde Türk sporcular kazanıyor...
Bizimkiler Boğaz’ın sularını mı iyi biliyor yoksa yurtdışından iddialı yüzücüler mi katılmıyor bu yarışmaya...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları