TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Eurovision’da yarışacak ismin Hadise olduğunu açıklarken, sanatçının kılığına kıyafetine karışmayacaklarını söylemişti.
Söylemişti de, burası TRT diye düşünüp... Günü geldiğinde her şeyin değişebileceğine inanıp... Genel Müdür öyle dedi ama TRT kadroları ne der acaba sorusunu kafamda çevirip... Mesafeli yaklaşmıştım bu açıklamaya. Yılbaşı gecesi bir de ne görelim. TRT gerçekten de karışmamış Hadise’ye. Göbeği ve beli tamamen açıkta bırakan küçücük beyaz bir tişört... Yarı düşük bel, vücuda oturan bir jean... Göğüs dekoltesi dersen o da var... Yani en seksi haliyle TRT ekranındaydı Hadise. Bir de buna kalçaların kıvrıldığı danslar eklenince İbrahim Şahin’in sözünü tuttuğunu ve TRT’nin Hadise’ye karışmadığını gördük. Bu haliyle yılbaşının en seksi kanalı TRT oldu. Özel kanallar farkında olmadan hızla muhafazakarlaşırken TRT özgürlükçü mü oluyor ne...
Sahne elektiriği
Televizyon ve sahnenin elektriği bambaşkadır. Ne kadar güzel/yakışıklı olursanız olun televizyona/sahneye çıktığınızda sıradan gözükebilirsiniz. Bazı ortalama insanlar da televizyonda/sahnede tamamen değişip, bambaşka bir hale gelirler. Fotojenik olmak deniyor buna fotoğraf sanatında. Olduğundan çok daha etkileyici gözükür objektif karşısında bu tür insanlar. Bazı güzel insanlar da hiçbir fotoğrafta iyi çıkmazlar. Hadise ikinci kategoriye giriyor, yani sahneye çıktığında çok daha etkileyici hale dönüşenlerden. Normal hayatta uzun boylu biri değil, sahneye göre “charm”ı düşük, hani bakıp da bu kız sahneye çıksa ortalığı yıkar demeyeceğiniz türden biri... Ama sahneye çıktığında bambaşka bir hale dönüşüyor. Sesiyle, görüntüsüyle kendini izlettiriyor, seyirciyi etki altına almayı beceriyor. Büyüklerimiz sahneye çıkacak insanda boşuna “sahne ışığı” aramamış. Hadise’de de o ışıktan bolca var. Eurovision’da da en büyük avantajı bu olacak.
Şarap ucuz da satılabiliyormuş
Restoran sahiplerini uyarayım. Şarap fiyatlarınız çok pahalı itirazlarıma okurlar da büyük destek veriyor. Marketteki 20 liralık şarabın mönüde 100 lira olmasına yeme/içme kültürü olan herkes itiraz ediyor. Dört kat kârla şarap satılmasının vergiyle de ilgisi yok. Galata’daki Anemon Otel’in sahibi İsmail Akçura da benimle aynı görüşte. Otelin terasında yer alan restoranda Sarafin, Terra, DLC ve diğer tüm yerli şarapları 45 liraya satıyorlar. Sözünü ettiğim şaraplar 100-150 lira diğer orta-üst sınıf restoranlarda. Anemon da orta sınıfta bir restoran, bir yanıyla Haliç’i bir yanıyla Boğaz’ı gören şık bir mekan. Demek ki neymiş, istenirse makul kârla şarap satılabiliyormuş. Anemon zararına mı satıyor? Hayır, sadece diğerleri pahalı ve dışarıda yiyip-içen herkes bu fahiş şarap fiyatlarına sesini yükseltmeli.
Tatlıses, Düm Tek’i 1991’de yaptı
Hadise’nin Eurovision şarkısı Düm Tek’i 18 yıl önce İbrahim Tatlıses’in okuduğunu biliyor muydunuz? Aynı şarkı değil elbette ama aynı nakarat! 1991 yılında Tatlıses’in çıkardığı Vur Gitsin Beni albümünde yer alan arabesk şarkısında, “Düm düm teke tek düm teke tek, arabesk bu arabesk” sözleri vardır. 18 yıl aradan sonra Düm Tek’le Hadise çıktı karşımıza. Tatlıses şarkısının sözünü yazıp bestesini yapan Burhan Bayar’dır. Aradım Bayar’ı, “Eurovision’a Düm Tek’le gidiyoruz” dedim. “Onu da mı çaldılar, hangi biriyle uğraşayım” dedi... Daha sonra şarkıyı dinledi, “Şarkı benzemiyor ama düm tek bölümü aynı, hayırlı olsun” dedi... Bence de Tatlıses şarkısıyla Hadise şarkısının ilgisi yok, sadece benzerlik Düm Tek’te... 10 yıl sonra Tarkan’ım Yakalarsam’daki “muck muck” nakaratı tekrar edilirse ona da benzerlik deyip geçeceğiz öyleyse.
Bildiğim şehirlerin filmleri
8 yıllık bir filmi alıp DVD’ye taktım; Leonardo DiCaprio’nun The Beach’ini... Bu filmi yeniden izlememin bir nedeni var; bildiğim şehirleri bildiğim yerleri bir filmde görmek. The Beach de Tayland’da Phi Phi Island’da bulunan Maya Beach’de çekilmiş bir film. Daha geçen ay buradaydım ve inanılmaz bir plaj olduğuna tanıklık ettim. Karadan sürat muotoruyla 45 dakika gidip ulaşılan bir ada, yüksek kayaların arasından tekneyle geçip, cennete ulaşıyorsunuz. İnanılmaz bir kumsal. Leonardo DiCaprio’nun filmini de işte burada yürüdüm, burada yüzdüm diyerek izledim yeniden. Sadece buraya özel değil, gittiğim her şehri her mekanı filmlerde izlemek keyif veriyor bana... Eski İstanbul’un yer aldığı Türk filmlerini de o yüzden seviyorum. Çoğu zaman oyunculardan ve hikayeden çok fondaki İstanbul’u izlerken buluyorum kendimi. Issız Adam’ı da “Aaa bizim sokak, aa Çukurcuma” diyerek izledim, biraz da o yüzden sevdim belki. Haluk Bilginer’in oynadığı Güneşin Oğlu da “Bir Cihangir filmi”ymiş, mekanlar bizim semtten. Ne yapayım bildiğim şehirlerde geçen filmleri izlemeyi daha çok seviyorum. Benim yürüdüğüm caddeler, oturduğım kafeler, bildiğim sokaklar nasıl çekilmiş, nasıl gösterilmiş merak ediyorum. Geçen gün sırf bu yüzden Nicolas Cage’in Bangkok Dangerous fimini izledim, Bangkok’u göreyim diye bu filme bile katlandım düşünün...