Formula 1 yarışlarını gidip bir daha tribünden izler miyim bilmiyorum.
Geçen yıl İstanbul Grand Prix’sine gitmiştim, bu yıl gitmedim.
İnanılmaz etkileyici başlayıp, beşinci turdan sonra insanı serseme çeviren gürültüyü bir daha çekeceğimi zannetmiyorum.
Televizyondan izlemek en iyisi!
Ama Formula 1’in göz kamaştıran bir organizasyon olduğu kesin.
Bu yıl ilk defa bir Türk markasının, Petrol Ofisi’nin sponsor olmasıyla çok daha gösterişli bir hale döndü.
Geçtiğimiz hafta peşpeşe yapılan partiler, Yeşilköy’e inen jetler, ağzına kadar dolu oteller, birbiri ardına gelen ünlüler İstanbul’a farklı bir hava kattı.
Reina’da yapılan parti de, bu sezon gördüğüm en iyi organizasyonlardan biriydi.
Ünlülerin akınına uğrayan F1 partisi sabaha kadar sürdü.
Missy Elliot’un sahne aldığı, ilginç gösterilerin sahnelendiği, Oryantal Star adaylarının göbek attığı gecede elini sallasan bir güzele çarpıyordu...
Victoria’s Secret’in mankeni Estella Warren ve Carmen Electra’yı geçtim, ortada dolanan birbirinden güzel ’padok kızları’ gerçekten F1’ın ’güçlü araba-seksi kadın’ imajına yakışır cinstendi.
Estela Warren’i bile kıskandıracak kadar (bkz. Mevlüt Tezel’in bugünkü röportajı) güzeldiler.
Sadece padok kızları mı?..
Warren, Türk kadınları için de, "Çok güzeller. Kendilerine güvenleri var ve çoğunun ayakları yere basıyor. Kültürel mozaiğinizden olsa gerek birbirlerine benzemiyorlar" diyor.
O geceki partiden yola çıkarak böyle bir izlenim edinmiş.
Ne yazık ki, sarışın saçlar, botokslar ve estetikli burunlarla son yıllarda birbirlerine benzemek için yarışıyor Türk kadınları...
Ama Warren’in güven konusundaki tespiti çok doğru.
O gece sahnede Warren ve Electra’yla yanyana duran Petrol Ofisi Kurumsal İşler Müdürü Ebru Çokişler de bunu kanıtladı zaten.
Kırmızı elbisesiyle, Electra’yla yarışacak kadar alımlı duruyordu sahnede.
Formula 1, partileriyle, şaşasıyla, güzelleriyle İstanbul’da bu yıl daha büyük yangın yaptı.
Bu kadar güzeli de olmasa gürültüsü hiç çekilmez zaten!..
Binlerce kanal
Geçen gün uyduda D Plus’ta Richard Ashcroft konserini izliyorum...
Her akşam ilginç konserler oluyor bu kanalda.
Hani entelektüel izleyici sık sık, "Ay nedir bu Kuşum Aydın’lar falan, neden bizde Fransızlar’ın kültür kanalı Arte gibi bir kanal yok" der ya...
İşte o Arte’nin yerli versiyonu D Plus!
İzliyorlar mı merak ediyorum.
Belgeseller var, sinemalar var, konserler var, sergiler var.
Tam bir kültür-sanat kanalı.
Aslında D Plus gibi kendi uzmanlık alanında 24 saat yayın yapan kanallar, Türk televizyonculuğunun nereye gittiğini de gösteriyor bize.
Dünyada her geçen gün daha fazla önem kazanan tematik kanallar, önümüzdeki yıllarda bizde de yayıncılığa damgasını vuracak.
Kanal D son dönemde peşpeşe bu tür kanallar açtı.
D Çocuk, D Sinemax, D Max, D Yeşilçam, Emlak TV gibi...
Her biri kendi kulvarında iyi yayıncılık peşinde.
Bu tür kanalların sayısı önümüzdeki dönemde daha da artacak.
Kanallar bu kadar çeşitlenirken, izleyici alışkanlıklarının da değişeceği gerçek.
Yani yukarıda söylediğim yakınmayı önümüzeki yıllarda daha az duyacağız.
Richard Ashcroft konserini izlemeye devam ettim.
Son dönemde tematik kanallara ne kadar çok takıldığımı düşünerek...
THY rötar yapsaydı hepimiz bağırırdık
Her zaman söylüyorum, bir saatlik rötar, yarım saatlik bavul bekleme, 10 dakika körük yanaşmaması yüzünden bir havayolu şirketi yerden yere vurulmaz.
Günde 490 uçuş yapıp, 65 bin kişiyi taşıyan THY’de bu tür aksilikler olması normaldir.
Bir havayolunun kalitesini belirleyen ise geçtiğimiz hafta Rusya’da yaşanan türde olaylardır.
Geçen hafta Rusya’da yıldırım çarpması sonucu uçak düştü ve 170 kişi hayatını kaybetti.
O düşen uçakla aynı rotada bir THY uçağının da olduğu haberleri bazı gazetelerde küçük şekilde yer aldı.
Oysa 3-5 saatlik rötardan çok daha büyük haber olmalıydı bu!..
Çünkü THY pilotu, hava şartlarını gözardı edip Rus pilot gibi yola devam etseydi, belki aynı kazayı bizim uçağımız yaşayacaktı.
İstanbul’dan kalkan bizim pilot Rusya üzerinde kötü havanın olduğu bölgeye girmeyip önce 50 dakika havada tur atıyor, bakıyor ki hava düzelmeyecek dönüp Samsun’a iniyor.
Olası bir tehlikeli uçuştan da yolcularını kurtarıyor.
Bu kötü hava bilgisi uçak hiç havalanmadan gelse, yolcular İstanbul Atatürk Havalimanı’nda 2-3 saat beklese, hele ki o yolcular içinde bir de köşe yazarı olsa THY’nin başına neler gelirdi kimbilir...
Yerden yere vurulurdu.
Şunu söylemeye çalışıyorum, yolcu olarak yaşadığımız bazı rötarların, bazı aksiliklerin bizim bilmediğimiz perde arkası nedenleri olabilir.
Uçak dediğiniz şey, arabanın kontağını çevirip gitmeye benzemez.
Aslolan uçuş ve can güvenliğidir, bunu da etkileyecek THY’den de kaynaklanmayan çok sayıda neden olabilir.
Bu tür talihsiz olaylar da, turnusol kağıdı gibi hangi havayolu şirketinin daha iyi olduğunu gösterir.
Bu olay üzerine BBC ve ITV’nin Türk pilotla röportaj yapmak istediğini, konuyu haberleştirmek için THY’ye başvurduğunu öğrendim.
THY yönetimi de, 170 kişinin öldüğü bir kazadan övünç kaynağı yaratmanın doğru olmayacağını düşünerek bunu kabul etmemiş.
Merak ediyorum Türk televizyonlarının aklına geldi mi böyle bir haberi yapmak acaba?..