50 milyar versem sinek diyecek, hatta yiyecek çok kişi çıkar değil mi?
Ben dört tanesini gözlerimle gördüm.
Geçen gün Buenos Aires’e kadar gelmişken, Fear Factor ve ekibinin setine de uğradım.
Arjantinliler sinema ve dizi seti konusunda dünyaya servis veriyorlar...
Bugüne kadar 10’a yakın ülkeye sırf Fear Factor çekmişler, ocak ayında sırada Macaristan ve Bulgaristan varmış.
Pek çok Hollywood filmine de hizmet verdiklerinden, set konusunda uzmanlaşmışlar.
Ben bugüne kadar pek çok set gördüm, işlerin bu kadar profesyonel ve bir o kadar da kavgasız gerilimsiz yürüdüğü başka set görmedim.
Kameramanından stüdyo şefine, dekorcusundan ışıkçısına herkes ne yapacağını biliyor.
Rejide işinin ehli bir yönetmen, kimseye de bağırdığı falan yok!
Galiba sadece bizim yönetmenler bağırıp, çağırıp, işin şov kısmını seviyor.
Ama o sessiz sakin yönetmen öyle bir ışık yaptırıyor ki, öyle fotoğraflar yaratıyor ki... Herkes işinde profesyonelleşmiş, bizdeki gibi karmaşa yok sette...
Anında setler kurulup, mekanlar değiştiriliyor.
Benim gittiğim gün, yarışmacıları yüzlerce sinek dolu bir fanusun içine soktular.
Fanusun içinde de şekere bulanmış çilekler sallanıyor.
Yarışmacılar üzerlerine sinekler konmuş bu çilekleri afiyetle yediler o gün.
Onların yaşadıkları zor durumdan çok ben setteki organizasyona şaşırdım kaldım.
Ecevit’in ölümü ve telli duvaklı Avşar
Televizyonların yıllardır değişmeyen en büyük yalanıdır; "Yoğun istek üzerine"...
Kendi yapmak istedikleri şeyi seyircinin üzerine yıkma formülüdür bu.
İbrahim Tatlıses de "yoğun istek üzerine" bir kez daha konuk etmiş Hülya Avşar’ı...
Ne mutlu bana ki, binlerce kilometre uzakta olduğum için ikinci tsunami dalgasından kurtuldum.
Ama ayrıntılarını anında messenger’dan öğrendim.
Hülya’nın kıyafetinin yine güzel olmadığını, reklam dönüşünde gelinlik giydiğini, İbo’nun duvağı açıp beşi bir yerde taktığını, bu arada Hülya şarkısını söylediğini...
O kadar kaptırıp gitmişler ki kendi oyunlarına, Ecevit’in öldüğünü bile ben Arjantin’de anında öğrendim, onlar benden sonra duydular.
Hülya gelinliğini çıkarmaya koşmuş, belli ki o da farkında Ecevit’in ölümünü böyle ağzına alamayacağının, İbo ise rahmet dilemiş.
Televizyon tarihimizde bu da olacakmış demek ki, Ecevit’in öldüğü gece ekranda Hülya Avşar telli duvaklı gelin olacakmış.
Geçen hafta yapılmış bitmiş bir şey olsaydı hadi yine bir nebze tamamdı da, bu korkunç komediyi sürdürdükleri için Tatlıses’le Avşar farkındalar mı bilmem ama Safiye-Faik ve Ahu-Meriç hattına doğru hızla ilerliyorlar.
Hayırlı olsun yeni sabah şekerlerimiz!
Eski defterler
Okumaya bayıldığım kitapların başında gelir anı kitapları...
İster uzak ister yakın tarih olsun, yaşananların gerçek, karakterlerin kanlı-canlı olması anı kitaplarına ilgimi artırır.
Mesela şu sıralar Fikret Mualla ile Semiha Berksoy’un "İki Aykırının Mektupları"nı elime aldım ki, çok merak ediyorum.
Ama Yeşilçam’ın, sahne dünyasının yaşı ilerlemiş isimlerinin yazdığı anı kitapları yüzünden neredeyse bu tarzdan soğuyacağım.
Her anısını yazan, ya küllenmiş ya da tartışmalı bir eski aşkı da ortaya atıyor.
Son örnek Fikret Hakan.
Askere giderken nişanlısı Çolpan İlhan’ı dostu Sadri Alışık’a emanet etmiş, döndüğünde onları sevgili bulmuş.
Çolpan İlhan yok öyle bir şey diyor.
Sonra Hümeyra’yı yıllar önce nasıl dövdüğünü anlatıyor.
Kitabının promosyonu için doğru yanlış eski defterleri açıyor.
Sanatçıların anı kitaplarında yürüttüğü bu taktik kabak tadı vermedi mi artık.
Bu arada Zeynep Özal’ın neden aniden ortaya çıkıp, eski eşi Asım Ekren’in kendisini Muazzez Abacı’yla aldattığını açıkladı onu da anlamış değilim.
Yeni bir kitabı mı çıkacak bilmiyorum ama Zeynep Hanım da eski defterler sayesinde gündeme gelmeye pek meraklı bir isimdir.