Hani evimize kız arkadaşımızı çağırıp, "Bak göstereyim" diyeceğimiz bir albümümüz bile kalmadı.
Yanyana oturup, albümün sayfalarını çevirirken kızın eline dokunacağımız bir ortamı çok gerilerde bıraktık.
Bırak kız arkadaşa göstermeyi, en son bir fotoğraf albümünü ne zaman elime aldığımı bile hatırlamıyorum.
Artık fotoğraflar çerçevesiz...
Solmuyorlar, kırışmıyorlar.
Ama daha sevgisiz...
Pınar Dilşeker: Volume II
İlk bölümü ekim ayı sonunda izlemiştik. Boşandığı eşi Çetin Yılmaz'ın oğlunu kaçırdığını ve kendisine göstermediğini söyleyen Pınar Dilşeker, "Gerçek Aliye" olarak sunulmuştu bize.
İki akşam üstüste gözyaşları içinde haber bültenlerine çıkmıştı.
Biz olayın mutlu sonla bittiğini sanıyorduk.
Öyle değilmiş!
Volume II, önceki akşam hastane sahnesiyle açıldı.
Pınar Dilşeker, serumlar bağlanmış bir halde kameraların karşısına çıktı.
Sonradan abisinin kameralara okuduğu intihar mektubundan öğrendik ki, Pınar Hanım oğlunu bayramda göremeyince bir kutu hap içmiş, "Artık yaşadıklarımı kaldıramıyorum" demiş.
Sahne Pınar Dilşeker'in kameralar önünde midesinin bulanması, kusmaya çalıştığı görüntülerle son buldu...
Ben bu işin başından beri reklam amaçlı kullanıldığını düşünüyorum. Dilşeker, bu dram hikayesinin tuttuğunu gördü, "Gerçek Aliye" rolünü sevdi.
Çünkü hiçbir hastanın odasına, hastanın kendisi ya da yakınları izin vermediği sürece, objektif ve kameralar giremez.
Dilşeker'in odası gazeteciden geçilmiyordu.
Hatırlarsanız bir süre önce Semra Hanım'ın hastane odası da aynıydı!
Ekim ayında, "Aliye'yi biraz ağdalı bir dizi olarak görürüm ama o bile Pınar Dilşeker'in hikayesi yanında gerçekçi kaldı" demiştim...
Bu gidişle Dilşeker'in hikayesi, bölüm sayısında da Aliye'yle yarışacak...
Gazeteciler sayın derse...
Mehmet Ali Ağca'nın tahliyesi sırasında dikkatimi çekti...O kargaşa içinde bazı muhabir ve kameramanlar Mehmet Ali Ağca'ya, "Sayın Ağca" diye bağırıyorlardı.
Kulaklarıma inanamadım.
Katilliği tescilli birine gazeteciler "Sayın" diye hitap ediyor.
Muhabir arkadaşlar Ağca'da nasıl bir saygınlık gördüler anlamadım!
Aynı gün TGRT de, Ağca için "katil zanlısı" demişti...
* * *
Bu Mehmet Ali Ağca olayında Mercedes'in ciddi bir imaj kaybına uğradığını düşünüyordum, pazar günü Ali Saydam, Sabah'ta yazdı.
Dünyanın en önemli otomobil markası, Türkiye'de birden katillerin, karanlık işler yapanların arabası olarak özdeşleşti.
Mercedes için bundan kötü bir reklam olamazdı.
Ağca'nın tahliyesinden Türkiye kadar Mercedes de yara aldı.
Bar önünde otomobiller
Lüks restoranların önünde park etmiş son model arabaların bazen pazarlama tekniği için kullanıldığını biliyor muydunuz...
Bazı araba markaları, yüksek segment ve pahalı modellerini şehrin en lüks restoranlarının önüne müşteri arabasıymış gibi koyuyor.
Bunun için restorana para bile ödüyorlar.
O araba markası biliyor ki, o lüks restoranlara gelen müşteriler o pahalı arabayı alabilecek hedef kitle...
Barın önündeki arabayı bir müşteri bile görüp beğense ve alsa yeter!
O yüzden lüks restoranların önündeki her son model arabayı müşterilerin sanmayın.